Savaşçı sözlükte; savaşan veyahut savaş durumunda bulunan demektir. En bilinen tarifiyle bize işi yapanı bildirir, tüm sorumluluğu yüklenen özneyi yani savaşçıyı… Peki kimdir savaşçı, sadece basmakalıp tariflerin ardına saklanmakla daha doğrusu onu tanımlamaktan kaçarcasına işi yokuşa sürerek olur mu?!. Bazı şeylerin tarifi yoktur; kelimeler kifayetsiz kalır ya da onların mana derinliğinde boğulmak kaçınılmazdır. İşte “savaşçı” bunlardan değil bilakis herkesin bildiği, gördüğü, sevdiğinden biri halkın bağrından biri…

Savaş sadece meydanlarda kılıçla, topla, tüfekle olmaz. Her an her yerde fırtına kopar nitekim öyle bir an gelir ki; kâğıdı karalayan kalem, ateşi söndüren su, kaplumbağadan hızlı tavşan… Bir de bakarsınız ki; tersine döner hikâye, yeniden yazılır masallar, tarih olur bazı gerçekler, kamaşır bir anda gözler… İşte o an kâğıdı karalayan kalem kırılır, söndüren su artık işlevsiz kalır çiçek kokusu yayılır, böbürlenen tavşan yarışın sonunda dersini alır…

Dengesizlik bazen de insanın kendini bulmasını sağlar çünkü: “Her şey zıddıyla kaimdir.” İşte savaşçı da tam olarak böyledir; galip gelir veyahut mağlup olur ancak dengeyi bulmaktan asla ödün vermez. Her bir yumruk darbesi, insanı belki güçten düşürür, yalpalar, sarsar ama bir sonraki saldırıya uyandırır. Nerede duracağını nereye kilitleneceğini bilir. Ok da yarışa çizginin gerisinde başlar lakin doğru yerde hiza alırsa kazanır. Gücünü sevgiden, iyilikten, barıştan, haktan alan savaşçı elbette sonunda dengesini bulur. Rotası olanın pusulası varsa limansız kalmaz varacağı yere vaktinde ulaşır.

Savaşçı; bildiğinden emin olan, kalemini dik tutan, diliyle hakkı konuşan, kalbiyle gerçeğe inanandır. Sendeler ama yıkılmaz, canı yanar elbet dizi kadar yüreği de kanar lakin pes etmez. Her bir fırsatın telafisi olduğunu düşünenden de kahraman olamaz. Neden mi? Çünkü ilkin hatasını sonra gelen bile kapatamaz. İşte bunu anlatan bir anekdot sizlere: “Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur, onu seyrederim. Adam belki yüz kere vurur taşa; ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturamaz onda. Sonra birden, yüz birinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir. İşte o zaman anlarım ki taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir.” (Jacob Riis)

Hayat, insanı olgunlaştırmak için türlü zorluklara, engebeli yollara, puslu günlere iter. Çeşitli imtihanlar karşılar onu ancak kazananlar bellidir; pes etmeyen, yorulmak nedir bilmeyen, emek verip gününü gün etmeyen, gündüzü gecesine katarken bile ölçüsünden ve çizgisinden vazgeçmeyen, her düşüşte yeniden kalkmasını ilke edinen ve geçmişe dönüp ders çıkarabilenlerdir.

Doğan Cüceloğlu, “Savaşçı” adlı eserinde şöyle der:“Hayatlarını tribünlerden seyreden insanların kendilerini güçlü hissetmeleri çok zordur.” Bu söz çok şey anlatır; hayata yani yaşama dair pek çok şey… Kendini gerçekten güçlü hissetmek istiyorsan sadece izlemek yetmez; yapmak, yaşamak, dokunmak, görmek, hissetmekte gerekir… Bunun içinde elbette gerçek bir “savaşçı” olmak gerekir ki onun için kırk fırın ekmek yemeyi beklemek gerekmez. Sadece kalben inanmak ve adım atmak yeterli gerisi zaten gelir. “Işık saçmak için önce yanmak gerek!”

Savaşçı, düştüğü gibi kalkmasını bilir elbet… Şu dünyada bizler için savaşçı kalabilmek ve galebe çalabilmek en büyük maharettir. Başarıyı arzulayan kadar bu yolda olanlar için ilham olmaksa bizden onlara en güzel hediyedir, armağandır, müjdedir. Başarıyı arzulayanlara ilham olabilmeye, başarabileceklerine dair güven vermeye, başardıklarında sevinçlerine ortak olabilmeye, en güzel temennilerde bir arada bulunup gerçek bir “savaşçı” olana dek, devam…

Yazan, Abdullah Erol ( KMÜ-İslami İlimler )