Yaşlıları eve sokamıyoruz. Çünkü son damlasına kadar yaşamak istiyorlar. Evde oturup sessizce ölümü beklemek istemiyorlar. Her dakika ölüme yaklaştıklarının farkına vardılar çünkü. Belki biraz geç kaldılar. Yine de bazısı hâlâ öleceğine inanmıyor. Dünyaya kazık çakacağını zanneden bir güruh var. Bu insanlar bir garip… Anladım ki ölümü sevmek de bir nimetmiş ve Allah bu nimetini herkese vermiyormuş…
Yaşamayı sevmek de nimet aslında. Bir virüs ile imtihan halindeyiz. Bir sürü tedbirler uyarılar yasaklar ile süreci atlatmaya çalışıyoruz. Tüm bunlar yaşamayı sevmekten mi yaşama saygıdan mı ölmekten korkudan mı yaşamayı var edene hürmetten mi?
Ne çok soru var değil mi?
Unutmak da öyle mesela.
Düşünsenize hiçbir şeyi unutmadığımızı. Nasıl olurdu halimiz. Ölenleri mesela en sevdiğimiz ve artık toprak olmuş olanları hiç unutamasaydık. Ya da şöyle diyelim sürekli hatırlasaydık nasıl olurdu aklımız beynimiz halimiz.
Gerçekten nimetlerden bihaberiz, kıymetsiziz.
Hatırlamak da öyle keza. Geçmişindeki güzel bir hatırasına tutunup ayağa kalkabilir insan. Onunla yaşamayı öğrenir. Kaybettiği bir sevdiğini hatıralarında yaşatabilir.
Her şey zıddıyla kaimdir.
Bu yüzden hayatın değerini en iyi ölümü aklında tutan bilir. Ölümün kıymetini dünyanın ruhunu doyurmadığını hisseden bilir. Unutmanın kıymetini travmaları olan ve hatırlamanın kıymetini hatıraları ellerinden uçup giden bilir.
Yazan, Merve Ordu