İnsan, her daim güçlü olup ayakta kalabilmeyi ve her türlü zorluklara karşı göğüs gerebilmeyi göze alabilen bir varlık olmuştur. Çoğumuz, bunu başarmak için gayret eder ve bunları en iyi şekilde yansıtmayı arzularız, sebebi ise daha iyi bir toplum oluşturmak ve güçlü bir duruş sağlayabilmektir.  Bu yolda bizi bekleyen sürprizler de vardır elbette; biz biliriz ki misafir on kısmetle gelir, birini yer dokuzunu bırakır. Bundan dolayı, hayrın ve şerrin ondan geldiğini biliriz buna böyle inanır ve o minvalde amel ederiz. Başımıza gelenlere sabrettikçe, karşılığını en güzeliyle alacağımıza inancımız tamdır.

Sabrın sonu selamettir der büyüklerimiz, neleri göze alabilirsek o kadar hedefimize bir adım daha yaklaşırız ve onun uğruna çalışırız, sonunda da vuslata kavuşuruz. Böylelikle hayatta ki en büyük gayemiz: “O” olmuş olur bizim için ve sorarız kendimize nedir o? Şüphesiz ki; her şeyi duyan, bilen, anlayan, kol kanat gerendir sadece bu kadar mı dediğimiz de birbiri ardına açılan kapılar ve her kapının ardında sayısız cevaplar çıkar O’nun hakkında karşımıza ve deriz ki; o bizim sığınağımızdır, en güvenli limanımızdır, yere göğe konduramadığımızdır, anlatmaya kalksak; ağzımız kurur, yazmaya kalksak; mürekkep biter ancak yaşayarak biliriz.

Nasıl ki her türlü hayrı ve şerri o’ndan bekleriz; ümit eder ve korkarız, hayatımızı da ona göre şekillendiririz elbette; planlarız, yazarız ve çizeriz. Unuttuğumuz ya da işimize gelmediği için görmezden geldiğimiz acımasız zamanın, bir an olsun durmadığını, biz beklesek de onun beklemediğini, rüzgârın önünde ki saman çöpü gibi bizleri savurduğunu ancak yaş kemale erdiğinde anlarız.  Kontrolü her ne kadar elimizde tutsakta, bir şeylere vakıf olup anlamaya çabalasak da beyhudedir. Boşa akıp giden zaman hepimiz için ziyana uğramıştır ve geri dönüşü de yoktur. Asr suresinde geçtiği üzere “Asra yemin olsun ki, insan mutlaka ziyandadır.” bu ayet doğrultusunda bizim de buradan bir pay almamız gerekir; unutmayacağımız ve ihmal etmeyeceğimiz şeyler, O’nun bizi bir an olsun boş bırakmadığı ve kurduğu nizamın takibini yaptığını aklımızdan çıkarmamak… Biz unuturuz da yaratan unutmaz ziyana uğrayanları, şimdi hatırla ihmal ettiklerini, önemsemediklerini, yaşlanınca yaparız dediklerini ve nicelerini…

Nefis bazen öyle ağır basar ki şaşarız, çünkü beşerizdir yeri geldiğinde onu hesaba çekmesini bilmeliyiz ve başlamalıyız sormaya; nerede, nasıl ve nereye değerlendiriyoruz biz bu zamanı, daha doğrusu gençliğimizi nerelerde tükettik, en iyi yatırımı yapabildik mi, kendimizi kurtarabildik mi, alnımızı ak çıkartana yönümüzü dönüp dünyanın putlarından kendimizi kurtarabildik mi acaba? Çok fazla soru var ama cevabı basit: “Biz Allah’a layık bir kul olduk, elhamdülillah.” bunu dediğimiz anda her şey biter, bu dünyada en değerli görünenler bir an da anlamını yitiriverirler. İşte bunları başarmanın en büyük sırlarından biri de gençken yapılacak çok şeyin olması ve o an da bizim de üretmeye, başarmaya, toplumun değerini arttırmaya muktedir olmamızdır. Bunun için de sanırım şu sözü iyi anlamak ve anlamlandırmak gerekir:

“İmkânın sınırını görmek için, imkânsızı denemek lazım.”

Fatih Sultan Mehmet han, bu sözüyle aslında bizlere rehber olmuş ve bize bir yol çizmiştir. Biz gençler olarak; tahayyül etmeyi, azmetmeyi, gayret etmeyi, arzulamayı asla elden bırakmayalım kısacası “istemeyi” bilelim. Arayalım ama her yerde değil doğru yerde bunu yapalım, araştıralım; her şeyi değil lüzum edeni ve bizi muasır bir seviyeye getirenin peşinde olalım, sorgulayalım; her konuyu değil küçük de olsa ihtimal bırakanın üstünde duralım, keşke dememek için en iyinin peşinde olmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyelim. Hazıra dağ mı dayanır derler büyüklerimiz; elleri öpülesi, bunun uğraşıdır aslında okutmaları, kaygıları, duaları…

“Oku oğlum/kızım kendini geliştir var git bir yerlere, unutma sakın ha oralara geldiğin yerleri, bizlere de dua et emi!” diyerek yollarlar bizi mekteplere; elleri kınalı, ayaklarının altı öpülesi anneler. Sevgisinden zerre şüphe duymadıklarımızdır, bizleri biz yapan, görünmeyen bir el gibidir duaları… Arkamızda dağ gibi babamız vardır bu çetin hayat mücadelesine karşı destekçimiz, elleri nasırlı, gözleri yorgun, dili suskun ama kalbi dualıdır onların varsın sağ olsunlar… Ne çok hoşuma gider şu söz: “Yükün dürüstlükse eğer gücün düşer belki ama başın düşmez.” Hayata karşı duruşumuz net olmalı ve bizim için duacı olanların yüzünü kara çıkarmamalı…

Amacımız;  başı dik duran onurlu bir gençlik olarak tarih yazmalı ve tozlanmış tarih sayfalarında üflendiği zaman altından sayısız cevherler çıkmalı…

Gençlik, Halil İbrahim sofrası gibidir unutmamalı; daima elindekini verebilen, sahip olduğuyla yetinen, zorluk anında üreten, problemi çözümlendiren, ahlâkı kendine şiar edinen zengin bir sofradır. Bu sofradan kimse aç kalkmaz, herkes nasibini alır…

Saygılarımla…

Yazan, Abdullah Erol (KMÜ İslami İlimler)