Bir yolculuk, adına ölüm denilen, ama sonu “Ölümsüzler Kervanı”na katılmak olan bir yolculuk.

Tıpkı onlar gibi…

***

Bir görev var, onu yapsa yapsa o yapar. Sonuç onun eliyle sonuç olur, istenen sonuç, hem de beklenen. Ama beklenmeyen olur mu? Olur diyen kim olduğunu unutursa ki, kim “OL” diyor onu unutursa, beklenen olmaz, ama beklenen olur. Çünkü bir dua’dır o. Kabul dua. Duaya layık dua. Ol diyenin muhatabı olan ve OLan bir dua…

***

Yıllar sadece günlerden ibaret. Zaman yani. Kıymet bilinmeyen ama geçip giden. Gidince de aranan bir şey. Geriye bakılınca hasretle, haşyetle vah diye haykırılan. Hepi topu bir Asır anca geçmiştir. Aynı kandan ve candan, bir can. Bir dua aslında o da. Bir gece yarısı, kulakla misafir olunan bir haneden, bir dua. Bir ödül. Büyük dedesi gibi o da. Adil, samimi, ciddi, yiğit. “İlim” beden bulmuş hayatında. İlmi ile amil bir lider. Hizmetkâr bir lider. Sevgisi haşyet ile buluşan, dikkat ve rikkat sahibi bir lider. Tıpkı dedesi gibi. Kabul edilmiş bir dua o…

***

Yüzyıllar geçiyor. Geçen, giden zaman oluyor… Fakat birileri var ve onlar oldukları “Zamanda Beklenenler” olarak çıkıyorlar karşımıza. Yine onlardan bir ölümsüz; “Çocuklarınıza süt ile birlikte Kur’an’dan öğütler verin. Boyları büyürken, kalpleri ve bakış açıları da büyüsün…” diyordu. Cehd ve gayret ile doluydu yaşamı. İlm olmadan cehd olmazdı. İlm olmadan mücadele olmazdı. Ve şöyle diyordu düşmanlarının gözlerinden içeri bakarak, kalplerine korku salarken; “Biz asla teslim olmayacağız, ya kazanırız, ya kaybederiz. Bizden sonra gelenlerle de Savaşacaksınız. Bana gelince: Ben cellatlarımdan daha uzun yaşayacağım…”. İlmin, cehdin, mücadelenin, zalimin işi olmadığını anlatıyordu adeta. Dua ediyordu son olmayan sözlerinde ve kabul olacak o dua…

***

Bu zamana geldik. Daha düne… Bahsi mevzu bu yiğitlerin ortak özellikleri var. isimleri… Ama sadece isimleri olamaz, olmamalı… Bir mesaj var bu yiğitlerde. Benzeyen sadece isim ise eğer, neden yürek yangın yeri? Hayır yetmez, yetmemeli… Hikmet ve ibret var bu yiğitlerde. Anlarsak kazanacak, anlamazsak… Hayır böyle bir ihtimal dahi olmamalı.

Kast var dirliğe, birliğe, kardeşliğe, hep olmadı mı zaten, mazluma zulüm? Yine olunmak isteniyordu, ama unutulan hakikatler vardı zalimler güruhu tarafından. Ol diyen “Dur” da derdi. Sıfatlarınız, unvanlarınız, makamlarınız, mevkileriniz büyük olabilirdi. Ama “En Büyük” değildi…

Ve “En Büyük”ten bir görev verildi bir yiğide. Yüreğe gitti mesaj. Bu mesajı sadece alanlar anlar. Öncesinde bir ses “Orası senindir, namusundur…” emir değildi bu söylenen sadece, bu bir duruş, bir görevdi. Rahmeti Rahman ödüllü. Nebilerle, Sadıklarla, Salihlerle birlikte olunacak, yaşanacak, yaşlanılmayacak bir ödül. Kervan dedik ya hani, ölümsüzlerin olduğu o kervanda baş köşede yeri olan bir ödül. Hem de ne ödül. Kaçmazdı bu fırsat. Ve o yiğit kaçırmadı bu ödülü, nice yiğitler gibi. Dikti al bayrağı, zalimin alnının tam ortasına. Tıpkı Ulubatlı Hasan gibi…

***

Hazreti Ömer (r.a.) ile başlayan yolculuk, ikinci Ömer (Ömer bin Abdülaziz) ile devam etti. Senusi lider alim Ömer Muhtar katıldı sonra yolculuğa. Ve asra, daha düne ismini kanla yazdıran, gönlümüze köşk kuran er oğlu er Ömer Halisdemir ile yolculuk devam ediyor…

“Ömer”di onlar, şehid oldular. İsimleri gibi, yolları da aynıydı. Sonları da… Hayır ne sonu, son yok demiştik değil mi?

Ölümsüzlere son mu olur?

 

Bir Not: Sizi yazmaya kelam da yetmez, kalem de. Yürek yeter mi bilinmez? Ama diyoruz ki;

Ey şehidler, hep, hep, hep ve her zaman bu dua ile;

Görüşmek Üzere…

 

Yazan, Ahmet Gazi Ayhan Aydın