“Gidemediğin yer senin değildir.”

Halil Rıfat Paşa bir asır önce söylemiş bu güzel sözü ve aynı isimde yazılmış kitap da var. Bizim için ise, manası derin olan, derinden etkileyen bir vurgu, bir tokattır adeta. Ne zaman dillendirsek, duysak, içimizi tuhaf bir duygu ile olmuş olana hasret, olacak olana da vuslat arzusu sarıp sarmalar. Fakat mevzu ne bizdeki izi, ne de bir asır önce söylenmesi.

Tam 7 yıl önce, bu günler…

Her şey “şöyle şöyle oldu” diyerek başlarken, gönülden dökülen kelam, ne sadece bir anı, ne de sadece bir hikâye. Hepsinden bir parça, hepsinden biraz daha fazla “bir Hakikat, bir Dua, bir Uyarı”…

ÖNDER İmam Hatipliler Derneğimizin bu günden tam 7 yıl önce, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki İmam Hatip Okullarımızı kapsayan, isimsiz hayır sahipleri desteği ile bir projesi olmuştu. Zaman öyle güzel bir zamandı ki, zalimlerin hain ve kahbe planları üzerinden 15 yıl geçmişti. Kurmaya çalıştıkları tuzakları bertaraf olmuştu. Ve tekrar ol(a)mayacaktı umudu üzerimizdeydi.(Uyumadığımız sürece…) 2012 yılında İmam Hatip okullarımızın orta kısmı tekrar ve heyecan ile “BİSMİLLAH” dedi. Bir hayr projesi, bir hediyeleşme, uzun süren hasretin ardından tekrar kavuşma heyecanı ve el boş gidilmez mukabilinden,  “Sırt çantası, defter, kalem, elif-be cüz’ü ve çeşitli materyaller” ile göz aydınlıklarımızla, göz nurlarımızla buluşacak, kavuşacağız.

Bazen yetim, bazen öksüz bıraktığımız, içimizde her dem bir sızı ve hasret ( Serzenişimiz başta kendimizedir, kimse kızmasın…) Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki evlatlarımızla, kardeşlerimizle buluşmak üzere çıktık yollara. Hakkâri’deyiz…

Şemdinli’de küçük ama samimiyeti kocaman bir okulumuzdayız “Şemdinli İmam Hatip Lisesi”. Müdürümüz gayretli, genç ve güzel bir dost “Osman Hoca”. ( Aradan hasretle ve biraz da bizim hayırsızlığımızla dolu 7 yıl geçti, şimdilerde neler yapar ama gayretiyle güzel yapar diyebileceğimiz dertli ve samimi Osman Hocamız. Nur olsun.) Sadece üniversite döneminde ayrılmış toprağından, okulunu bitirince yine dönmek nasip olmuş ve gururla paylaşıyor bu mutluluğunu. Bir göz oda ve sayısı bizde kalsın bir orta kısım sınıfımız açılmış okulumuzda. Hediyeleşiyoruz güllerimizle ve yola çıkacağız, sınırda, en uçlarda; başka bir gül bahçesine doğru, bir tefekkür yolculuğuna. Derecik…

Yolda yalnız bırakmıyor Hocamız, sohbet, muhabbet ederken altın vuruş bir söz geliyor bize;

  • Hatırlar mısınız, ilkokulda hepimize öğretmişlerdi “Orda bir köy var uzakta, gitmesek de görmesek de bizim köyümüzdür” bilirsiniz.
  • Biliriz üstadım.
  • “Gitmediğin yer nasıl senin olur”.

Söylenecek söz susar, dil lal olur, akıl tutulur artık hareket zamanı der haddinden hızlı atan yürek. O günden sonra durmak yoktur bize deyip aldık çantamızı çıktık yollara. Bu vesile ile daha nice evlatlarımıza kavuşmak nasib oldu. Ki yola çıkana Mevla yoldaş değil mi? Hediyeler üst üste. Bitlis…

Merkezde bir İmam Hatip Okulumuz, tam 5 yıl öncesinde uğranılan ve huzur dolunan, hatırlanılan, tanıdık bir mekân. Hayır, tanıdık kelimesi yetmez, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) diyor ya; “Uhud bir dağdır, biz onu severiz, o bizi sever” hakikati üzere “okul biziz, o bizi bilir, biz onu biliriz” hissi her yanımızı sardı desek yeridir. Gençlerimizle buluşmadan önce Müdürümüzü ziyaret etmiştik ve söz arasında hocamızın “kaçıncı sınıflar davet edilsin” sorusu üzerine “Üstadım 10.sınıflar gelsin de yanında kimleri isterseniz…” dedik heyecanla. Şaşırdı müdürümüz ve doğal olarak “neden?”diye sordu. Anlattım olanı, bitmeyeni, bizim için asırlar gibi geçen 5 yıl öncesinde geldiğimizi, evlatlarımızla sarıldığımızı. Hocamız mutlu oldu duyduklarına. Sağ olsun.

Başladık hasbi bir hal ile hasbihal’e. Söylenen her sözde, gözler aramakta. Kocaman hanımefendiler arasında daha küçücük iken gördüğümüz, sarıldığımız kızlarımızı. Sorulu cevaplı muhabbet esnasında, sorulan sorumuza cevap verilir arka sıralardan. Yanına gideriz hediyesini vermeye (Gençliğin ayağına gitmek huzurdur, gururdur bizim için…) ve olan olur. Ne kadar şükür etsek, hamd etsek azdır. Şimdilerde kocaman bir hanımefendi olan kızımız, Zeyneb. Evet, 5 yıl önce hediyeleştiğimiz bizleri mütebessim çehreleri ile karşılayan evlatlarımızdan bir evlat, kocaman olmuş.

Sarılamamak ancak bu kadar güzel olurdu…”

Ve örnekler artarak devam eder, akıllarımızda canlanır, eminim.

Özlüyoruz, dostlar…

Diyarbakır’da Aişe’yi, Mehmed’i, Mardin’de kapıda rastladığımız, sınıfı kardeşinden ayrıldı diye ağlarken ama sonra sarılınca gözyaşları tebessüm olan Selma’yı, bize Fatiha okuyan Ali’yi. Ağrı’da bizi kapıda karşılayan Firdevs’i, Beyza’yı, okul takımında futbol oynayan Fırat’ı. Özlüyor ve hasretle kavuşulacak zamana DUA ediyoruz. Ve gidiyoruz güç, kuvvet, dert yettikçe.

“Söz niye uzadı? Anlatılmak istenen nedir? ” seslerine cevap verelim.

Bu hikâye bitmedi, devam ediyor ve edecek… Fakat bizler, koca koca bizler bu hikâyenin neresindeyiz? O zamanlar 5. sınıfa başlayan evlatlar, bugün 12.sınıf oldular. (Farklı okullara geçmediler ise hala İmam Hatiplerimizdeler…) Yeni bir sayfaya doğru koşar adım ilerliyorlar. O zamanlar 9.sınıf olanlar ise ya mezun, ya çalışıyor, ya evlendi yuva kurdu ki dördüncü “ya” ile başlayan düşüncemi yazmaktan Allah’a sığınırım “Güneşin doğduğu Doğunun evlatları” için.

Üretmeliyiz, geliştirmeliyiz, yeni yeni projeler yapmalıyız, bizleri yürekleriyle, gülen gözleriyle ve bir o kadar hasretle bekleyen evlatlarımız için, dirilmeliyiz. “Hakkâri Merkez İmam Hatip’te o dönemler son sınıf olan, ismini not almadığım için hala kendime kızdığım, can parçası evladımız -Bizi unutmayın olur mu?-” demişti. Bu Dua üzerine, evlatlarımız bizden gitmesinler, kopar(ıl)masınlar, kopmayalım diye, analar ağlamasın diye, geç kalmadan gitmeliyiz, sarılmalıyız. Sarılıyor isek sıklığını arttırmalıyız. Mahrum ve mahcup evlatlar bizi bekler, mahrum ve mahcup topraklarda.

O zamanlarda da defalarca demiştik ve hala dillendiriyoruz “Yapacak çok işimiz var” özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da. Bizim olan topraklarda.

Gitmediğimiz, gidemediğimiz, ne yer bizim, ne evlat bizim, ne de toprak bizim.

Öyle işte…

Yazan, Ahmet Gazi Ayhan Aydın