Kıyam bekleyen yarınların, Dün’ü olarak içimizedir sessizce haykırışım…
Kürsü canavarlarının süslü kelimelerine kendini kaptıran, şuuru ve dava bilincini toplantı masalarında israf eden bizlerin, daha “<strong><em>Bir</em></strong>” olmadan imame arayışı aklımın sınırlarını zorluyor.
Olacak dualara dahi samimiyetsizce amin diyenlerin, sahte kahramanlık nutuklarına el açmaları içimize yönelmeye zorluyor bizleri.
Gönlümüzün ara sokaklarında yürürken ara sıra rastlıyoruz insanlığımıza, utana sıkıla selam vererek hızlıca uzaklaşıyoruz yanından…
Aklımız çağın hastalığı realiteye boyun eğmiş, “<strong><em>Hiç</em></strong>”leşmeye doğru ivme kazanırken “Hiç”lerin ise bir şey olma yolundaki kaypaklığı iyice bayıyor zihnimizi.
Çaydanlık ağabeylerinin her yudumda kurtardığı coğrafları seyre dalarken, asıl mevzunun dışarıdan öte, içimizde olduğu kanısına varıyorum, utana sıkıla.
“<strong><em>Ama</em></strong>” ve “<strong><em>Keşke</em></strong>”ler ile boğulan kelimelerimiz devrimini beklerken hâla rehavet pesinde kovalıyoruz benliğimizi.
Yarın kelimesinin akabinde biten ömürlerin ibretini seyre dalmak yerine, hunharca ötekileştirdiklerimizle tekrardan unutuyoruz akıbetimizi.
Kademe kademe artan uşaklık zincirimizde cevherini arayan azınlıkların kargaşaların ortasında kalmaları bir yandan içimizi acıtırken İdealistlerin, <strong><em>YAĞDANLIK</em></strong>’lara mağlup olduğu sistemle yüz yüze geliyoruz.
Bunca çıkmazlar arasında şairin deyimiyle <em>”Yuvamızda bomboş, uçacak kuş yok, Hayra yoğrulacak hayal yok, düş yok”</em> demekten alıkoyamıyorum içimiz sızlayarak da olsa kendimi…
<em>Yazan, Recep Yiğit…</em>