Bu hadisedeki tüm kişiler gerçektir…

Dizlerine dizlerimi dayadım, yanından tüm acziyetimle geçip gittim, ellerini tuttum…

Başlangıç

Davete icabet sünnettendir mucibince yola çıktık. Dostlar ile hemhal süremiz otuz dakika bilemedik otuz beş. Hazırlandık, güzel koku süründük, çantamızı omzumuza attık, yola revan olduk. Selam yola revan olanlara olsun…

Yol kurallarımız üzere uyduğumuz program gereği, “Yol Kitabı”mızı okurken, kulağımızdan gönlümüze hafif bir müzik tınısı dinleriz. Yol hali gereği. Ama o gün bir görev hazırlığı vardı Alemlerin sahibi tarafından. Ne kitap çantadan çıktı, ne kulaklık. Sadece akıp gitmekte olan zaman candan seyre dalındı. Kaldırımları mı saysak, gördüğümüz dükkanların isimlerini mi okusak, yoksa tabelaları mı takip etsek? Menü ve tercih çok akıp giden yolda. Çokluk şımartıyor bizi ve hepsinden karışık alıyoruz.

Ama bir hazırlık var hazırlanmakta olan, bir görev belki de…

Evet, Seviliyorum… Biliyorum… Çünkü, Seviyorum…

Görev 1

Yanımda üç aslan parçası oturuyor. Sohbetlerine kulak konuğu olmamak mümkün değil. Maşaallah sesleri, boyları posları gibi gür. Bir şeyler konuşuyorlar, konu müthiş; Arabalar. Onun motoru şöyle, bunun hızı şöyle. Hoşuma gidiyor bu sohbet. Arabalardan anladığımdan değil. Ama gençlerin boş beleş malayani konularından uzak bir konu. İyi öğrenilirse ekmek kapısı dahi olabilecek bir mevzu. Derken akıl akıp giden yolda, beklenilen kavuşmada. Birden konu boyut değiştiriyor; Evlilik. Şaşkınlığım had safhada. Kendileri ile alakalı değil, aile büyüklerinin evlilileri mevzu bahis olan. Biri “Benim ninemin şusunun şusu ile, şu evli” öbürü “Benim de dayımın şusuyla şu” konu kısmen normal. Ama normal olmayan hadise şu; Akraba evliliği oluyor mu, günah mı?

İste bana pas geliyor…

Çantamdaki can simidim, yol arkadaşım cep boyutunda Kur’an-ı Kerim’imden de gösterebilirdim ama, teknolojinin iyi tarafından yararlanalım gereğince açıyorum kitabımdan, sorulan, düşünülen, yorum yapılan konuya, cevabı. Çünkü, konu da bizden, gençler de.

Ve öylece giriyoruz muhabbetin ortasına:

-“Bakın bakalım aslanlar, Mevlamız bahsediyor sorunuzdan, Nisa suresi 23. Ayetinde.” Gençler şaşkın, hafif tebessüm “Nerden çıktı bu abi halleri…”. “Teşekkür ederiz abi” diyor cevval olan, ben Gaziantepliyim diye başlıyor konuya. Dinliyorum düşüncelerini, sonra ise “Biraz açıklar mısın?” diyor. Dilimiz döndükçe açıklıyoruz. Fazla uzatmadan ve gençlerimizi çok yormadan, camdan, zamanı seyre devam…

Acziyet 2

Ve tam o sırada galibiyet sevinci yaşayamadan, hayatın kabul etmeyeceğimiz, edemeyeceğimiz gerçeklerinden biri ile karşılaşıyoruz…

Kavuşmaya on dakika kaldı. Yol son dönemeç. Ve yolun kenarında bir aslan. Fakat sadece duruyor. Başını öne eymiş, öylece duruyor. Aman ya Rab, yola düşebilir, herkes ona bakıyor, ama sadece bakıyor ve geçiyor yol, geçiyor zaman. Ve “Asrın Fitnesi” karşımıza çıkan. Uyuşturucu. Genç delikanlı, burada yazıp yapmamakta tereddüt ettiğim ve yazmamaya karar verdiğim, kısaca uyuşturucu bir maddenin verdiği, bedenî melekelerin kendinden geçtiği bir hal üzere idi. Yolun kenarında duran ve benim bir şey yapamadan yanından öylece geçtiğim delikanlı. Belki de şimdi aramızda olmayan delikanlı. Ne acı… Ne yazık…

Şaşkınlık 3

Yol artık ayaklarımız ve nefesimiz ile devam edecek. Araç ile gelinebilecek yere gelindi amaca giden yolda. Zaten değil mi; Amaca giden yolda araçlarımızı iyi seçmeliyiz…

Hızımızı almış gidiyoruz. İşimiz var. İşi olanlar hızlı yürür… Kavuşmaya son dakikalar. Ve bir el uzanıyor yolumuza. Bir delikanlı.

-“Ben …… değilim diyor.”

-“Tabi ki” diyerek mukabele ediyorum. “Çocuğumun maması” diye bir şey uzatıyor. Siması tanıdık. Gittiğim dostun mahallesinden, pek de güzel huyları yok diyerek tarif edilen bir delikanlı. Bilmiyor kendisini bildiğimi. Bilmiyor ona ve nice onlara derman olamamamın bana verdiği azciyeti. Ama olsun. Ben bileyim, çünkü bu acı bana, başkası da çekmesin. Tekrar ediyor, biraz da tehditkar bir dil ile “Ben ………değilim” diyor. “Tabi ki değilsin” diyorum. Acil işimin olduğunu ve ne var ise paylaşmayı teklif ediyorum. -Yüzümüzün sıcaklığı bazen insanlar tarafından sui-istimal olarak dönüyor, olsun.- Gencin bakışları sertleşiyor. Ve paylaşıyoruz emanet olanı. Bir tarafım kızıyor, bir tarafım üzgün. Dilenmek diyeceğimiz bu hal, güzel değil cidden…

Sonuç

Yarım saatlik bir yolculuk. Yarım yarım hayatlar. Akıp gitmekte zaman ve yol almakta. Daha hayatın başında diyeceğimiz karakterler, oyuncu. Oyun farklı. Oyun büyük. Ama eğlenceli değil. İbret ve düşündüren. Biz hala, Anadolu dili ile derler ya “Eyleşirken” kendi kendimize, eften püften sebeplerle tribal enfeksiyon hallerinde iken, birileri bizim yap(a)madığımızı yapıyor. Fakat şu farkla “Kendi arzularınca”. Tabiat bu, boşluk kabul etmiyor.

Bizim “Capslock açık ve Volume yüksek, kürsü konuşmalarımız var”, üst perde olan.

Bizim icraatlarımız yok, cennete bilet gençliğe faydası olan.

Bizim birbirimize tavrımız var, laf-ı güzaf olan…

Öfkem daha da artıyor…

Sevdama uzanan diller kırılsın… Sevdama uzanan akıllar kırılsın… Sevdama uzanan eller kırılsın…

Bir beddua değil bu; “Bir Haykırış”… Yapacak çok işimizin olduğunun, bunu yapabilecek güçte olduğumuzun, hak ve hakikat üzere olur isek, vaad olana ulaşacağımızın haberi…

Sabır ve gayret bize düşen.

Sabrımızı zorlayanlara iki kelam; Öfkemiz, sabrımıza benzemez…

Yazan, Ahmet Gazi Ayhan Aydın