Ölümün tanımının güzellik gibi göreceli olduğuna inanıyorum. Allah insanı yaratırken ona irade ve fikir vererek yeryüzünün en üstün canlısı ilan etmiş. İrade veya fikir neyi gerektirirdi ki seni her türlü canlıdan daha üstün yapıyordu.

İşte ölümle ilgili görecem tam da burada devreye giriyor.

İnsanın her gün sabah uyanıp yemek yemesi sokak sokak gezmesi, arkadaşlarıyla vakit geçirmesi gibi fikir ve düşünce gerektirmeyen sadece tüketim üzerine hayatı pek tabi sadece insanoğlu yapmıyor, nefes alıp verebilen her canlı yapabiliyor mesela aşağı gördüğümüz bir sokak köpeği bile…

Nerede irade, nerede yeryüzünün en üstün canlısı, nasıl oldu da bir hayvan seviyesine inebildi?

Sence bu insan yaşıyor mu?

Daha doğrusu, Sen yaşıyor musun?

Kısıkta olsa zor da olsa nefes alıp verebiliyor musun?

Mesela günde 8 saat uyusan, 8 saat okulun veya işin olsa, 2 saat masa başında yemek vb. ile geçse etti 18 saat.

Peki, günde kaç kere Kudüs’ü düşünüyorsun desem…

Kaç kere Muhammed Durra denilince kalbin acıyor…

Muhammed Mursi dedenin mahkeme salonunda ölüme terk edildiği aklına gelince, kaç kere elini yumruk yapıp Ya Kahhar! Diye haykırmak, kopuyor yüreğinden…

Ya da Furkan ismini duyunca bir yerde tebessümle beraber akıyor mu gözlerinden kıskançlıkla karışık damlalar.

Nasip Et Ya Rab.

Aksa uğruna emanetini teslim etmeyi.

Müslüman coğrafyalar da akan kanlara bir İT! gibi siyaset gözüyle değil de her akan kanı kendinden kardeşinden sayıp, bırakıyor musun?

Gökyüzüne bir Ah,

Masaya bir Yumruk,

Diline bir Tekbir,

Nefes al kardeşim hem de ta ciğerden,

Ümmetin ciğeri dağlanıyor.

Nefes al kardeşim.

Kardeşlerin seni bekliyor.

Her yer ölü kaynıyor.

Çok şık giyinen ölüler var.

Karınları tok,

Evleri saray.

Ama dedim ya, Ölü ölü…

Nefes al kardeşim.

Ta ciğerden.

En derinden.

Yazan, Zeliha Günültaş