O sabah dışarıdan gelen seslerle erkenden uyandı.Daha gözlerini zor aralıyordu,ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.Her kafadan bir ses çıkıyordu,kimin ne dediği belli değildi.Perdeyi araladı ve dışarı baktı.
Esnaf ve alıcı arasında bir kavga ki tutmuş gidiyor. Son zamanlarda sık sık karşılaşır oldu bu durumla. Ama nasıl çözüleceğini bilmiyordu.Devlet gittikçe zayıflıyor rüşvetçi ve fırsatçılar zayıflıktan istifade ettikçe hortluyorlardı.Hortlamış canavarlar meydanda adlı, manzarayı izliyordu. Eşinin ona seslenmesi ile döndü.İşe geç kalacağını hatırlatan tonla, konuşup ilave olarak kahvaltıya çağırdı.Hemen “sıcacık” odadan çıkıp mutfağa gitti. Üç tane gözünün nuru oturmuş onu bekliyorlardı.Kızlarının hepsini teker teker öpüp eşinin hazırladığı “sıcacık”poğaçalardan yemeğe başladı.Bir taraftan da ” sıcacık” poğaçanın kızlarının dilini yakmasından korkuyordu. Onları titrek gözle izliyordu. O esnada kızının biri poğaça kırıntısını yere düşürdü. Kızı zahmet etmesin diye büyük bir içtenlikle eğildi. Kırıntıyı alırken ayaklarına ilişti gözü. Pahalı fiyatla aldığı yün çarığına memnuniyetle baktı. İyiki almıştı,ayaklarını ne de “sıcak” tutuyordu.
Yavaşça gözlerini açtı.Kirpikleri birbirine yapışmış gözkapaklarına ağırlık veriyordu.Etrafına baktı,arkadaşları kendi gibi karlar içerisinde oturuyordu.Kaç haftadır yiyecek girmemiş bitap olan boğazının el verdiği kadar seslendi arkadaşlarına. Ses yok !! Donmuş olduklarını anlar anlamaz kendine baktı. Belden aşağısı karda ve hissetmiyordu uzuvlarını soğuktan. Hele ayakları yırtık çarık içerisinde direk karla temas etmekten buz kesmişti. Ah ah nerede o sıcak yün terliği …
Belden aşağısı kara gömülü olup işlevini yitirdiğinden ,sadece kollarını canlatabiliyordu. Yavaşca çantasından peksimetini çıkardı. Taş gibiydi soğuktan . Ah ah nerede o sıcacık poğaçası … Suratına , o bembeyaz kaskatı kesilmiş olan suratına soğuk çok soğuk dört damla gözyaşı düştü. Silmedi. Elini kaldıracak hali yoktu . Dört damla gözyaşı düştü bembeyaz kara. O dört damla gözyaşında karısını ve üç kızını hatırladı. Ne yaptılar acaba çetecilere yakalanmadan varabilmişler miydi Erzurum’a ? Bilmiyordu. Rüyasına gelen, ailesiyle yaptığı kahvaltıyı bile ne zaman yaptıklarını hatırlamayacak kadar askerdeydi. Sarıkamış’ ı Ruslar’dan kurtarmak için çıktıkları bu ‘kutlu yolda’ kaç bölük asker “Allahuekber Dağlarına ” çıkmak için mücadele veriyordu. Ama sonuç : Kardan bile beyaz olan aydınlık yüzleriyle donmuş şehitler …
Şimdi kendisi de onlara katılacaktı. Hissediyordu. Belden yukarısı karıncalanmaya başladı. Peksimeti düştü elinden bembeyaz kara. Aynı vatan için bembeyaz kara yüreklerinin düştüğü gibi.
Bedeni ağırlaştı,yavaşça gözlerini kapattı. Gördüğü rüyasına kaldığı yerden devam etmeye başladı. Artık soğuğu hissetmiyordu. O rüyasında dört damla gözyaşlarıyla beraber “sıcacık” gülümsüyordu az uzakta gözüken Allahuekber Dağlarına.
Donmaya ramak kalmış çenesinin verdiği izinle, soğuktan solmuş olan dudaklarını canlattı, göz kapakları kapanırken. Ve dedi ki : Bizi unutmayacaklar ne beni ne dört damla gözyaşımı ne de yüreğinin sıcaklığı, Sarıkamış ‘ ın soğukluğuna feda edenleri …
“ Nedir ki Sarıkamış’ın sarp kayalarından büyüttüğü zemheri,vatan aşkının sıcaklığıyla yanan kahramanlara..
Nedir ki Sarıkamış’ın karının gözleri kör etmesi, kalp gözüyle vatanı gören kahramanlara..
Nedir ki Sarıkamış’ın ayazının yüzleri kesmesi, şehit suretli yumuşak çehreli kahramanlara..
Nedir ki Sarıkamış’ın kurtulmayı bekleyen beyaz bir gelin olması, tek arzusu onu kurtarmak olan kahramanlara..
Nedir ki “Allahuekber “ Dağlarının bu kadar uzak olması, kalpleri “Allahuekber” diye ritim tutan kahramanlara..
Nedir ki ayrılık, vatan ile evlenip şehadet cüzdanıyla ebediyete giden kahramanlara..
Nedir ki aşık ; Allah yolunda vatan aşkı ile ölenleri, zemherinin içi titretmesi gibi her daim içi titreyerek kahramanları hatırlayan ..”
“ Sıcacık yüreklerini soğuk Sarıkamış’ a feda eden 60.000 şehit anısına…”
Yazan, Ş.Gül Tiraki
(Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi)