-Hadi gel, çay ocağında bekliyorum.

-Tamam, 15 dakika içinde oradayım.

20 dakika sonra…

-Bir şeyler oluyor. Köprü trafiğe kapatılmış!

-DAEŞ gene saldırı planlamıştır, onun önlemini alıyorlardır.  Büyütmeyin.

En büyük, en yüksek ihtimal buydu o gece bizim için.

Terör!

Beklediğimiz gibi de olmuştu. Fakat hiç görmediğimiz bir yüzüyle çıktı karşımıza. Giydiği o kirli maske, adeta elimizle hazırlayıp verdiğimiz alın terimizdi. Benim paramla alınmıştı ki yazıklar olsun…

O gece arkadaşımla konuşmalarımız tam da böyleydi. Ardından evden çıktım ama çay ocağına inmedim. Ankara’dan bir arkadaşım durumun vahametini anlatmaya çalışırcasına mesajlar çekiyordu ve ben çok şaşırmıştım. Çünkü doğduğumdan bu güne, böyle bir şeyle karşılaşmamıştım. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Eskiler tecrübeliydi. Hamleye hamleyle karşılık verenler çoktan işe koyulmuşken, bizler hala olayı kestirmeye çalışıyorduk.

Nihayet, arkadaşımın evinde söylentileri değerlendiriyoruz. Bir yandan da içimden; “Büyüklerimiz nerede? Neden bir su serpmiyorlar yüreğimize…? Neredesiniz…”

Tv’lerde bazı kanallar durumun vahametini aktarmaya koyulmuş. Derken Reis-i Cumhurumuz belirdi ekranlarda. Bir cep telefonundan bağlanıyordu. Sanki mücadele yeni başlıyor gibi bir izlenim vardı yüzünde…

Dedi ki;

-Milletimizi, illerimizin meydanlarına davet ediyorum, hava limanlarına davet ediyorum!

Ekranlarda son dakikaların sokağa çıkma yasağını yansıttığı sıralardı. Kafamı uzattığımda camdan gördüğüm manzara ile bir an ürperdim.

Hızla sokağa koştum ve kontrolsüzce bağırmaya başladım.  Yüzlerce insanın evlerinde çıt çıkarmadan Tv’leri seyrettiği sokaklarda;

-Bu mahallede vatanını seven yok mu? Bayrağını seven yok mu? Ülke elden gidiyor!

-Allah aşkına, Reisimiz, Cumhur Başkanımız sokağa çağırıyor…

-Allahuekber…

Derken bir ses;

Bekle geliyoruz kardeşim…

Camlara çıkan insanlar şaşkın… Fakat herkes bu anı beklercesine hazırdı sanki. Camdan seyreden ablaların yanları başından ayrılanların kimisi eşleri, kimisi çocukları ve ardlarından dua’lar…

Araçlar çalıştırılıyor, kornalar çalmaya başlıyor. Halk sokağa dökülmek için sanki bu anı bekliyor. Derken bir anda 10 araçlık konvoy ile yola koyulduk. Gidilecek yer belli;

-İstanbul Emniyet Müdürlüğü- ( Vatan Caddesi )

Topkapı yönünde ilerliyoruz fakat yollar kapalı. Caddelerin ortasından manevra yapmaya çalışan araçlar. Biz de dönüyoruz hemen ve Sulukule yolunu kullanarak ara sokaklardan iniyoruz alana, aracımızı park ediyoruz bir kenara. İner inmez sanki planlanmışçasına Vatan Caddesinin ortasında kovalanan ZPT (Zırhlı Personel Taşıyıcı)’ların peşine takılıyoruz.

Evet! Yanlış duymadınız, bu halk, bildiğiniz paletli tankları kovalıyordu orada…

İki araç kaçıyordu Bayrampaşa tarafına, fakat bir tanesi çoktan abluka altına alınmıştı Orduevinin tam önünde. Tankın üzerindeki polislerimiz insanları araca yaklaştırmıyordu. Öfkeden gözleri kanlanmıştı ümmetin, milletin. Düşünsenize sizin paranızla silah alınıp, size ateş ediliyor.

Aşağılık bir durum.

Daha sonra ZPT’nin içindeki rütbeli hainlerin alınması için Akrep tipi bir polis aracı geliyor yanına, fakat ne mümkün. O hainleri halk istiyor. Adeta tonluk zırhlı aracı sallıyorlar. Araca bindirilmeye çalışırken bir izdiham yaşanıyor. Yaralananlar çimlere yatırılmış diğerleri araca yumruk, tekme ne gelirse… Gönderilmek istenmiyor o hain, şeref yoksunları insan müsveddeleri, karşıdaki İl Emniyet Müdürlüğü binasına. Polisler de yardım istiyor artık, ne mümkün? Zırhlı araca tekme atan halk bu sefer yolun ortasındaki refüjden tonluk aracı geçirmek için yardım etmeye başlıyor. Bu duruma şahit olup gülmemek veya şaşkınca seyretmemek  mümkün değil. Adeta polisle halk işbirliği içerisinde bir şeyler başarma gayreti sergiliyor. ZPT’nin üzerindeki mühimmat nedeniyle orada nöbet tutan bir polis abimiz teşekkür ediyor insanlara;

-Siz olmasaydınız durum farklı olurdu…

Gözlerim dolar her aklıma geldiğinde o an. Daha sonra giden polis aracının peşine takılıyoruz, sonuçta emniyetin önünde indirecekler haini, belki yüzlerine tükürürüz ümidiyle. Hayatımda Vatan Caddesinde böyle bir kalabalık görmedim. Bunun vermiş olduğu şaşkınlığı da gizleyemiyorum haliyle. Duygular zirvede yaşanıyor o gece. Neyse ki soktular hainleri içeriye döndük geri nöbet yerimize.

Bir haber bekliyoruz hep. Ümitsiz, Karanlık…

Biz belki kontrol altına almıştık orayı fakat diğer yerlerde çatışmalar devam ediyordu. İ.B.B’den bahsedildi sonra. Orada çatışmaların sürdüğü ve takviye güç gerektiği konusunda haberler geliyordu. Hep beraber anlaştık oraya doğru yola koyulacaktık ki, bir anda Özel Harekât polisleri belirdi kontrol altına alınan tankın yanında.

Adnan Menderes’e yaşattıkları acının benzerini onun ismini taşıyan alana da yaşatmışlardı o gece. –Adnan Menderes Bulvarı-  Uçaksavarlarla ateş edilen otobüslerin lastikleri patlamış, camları kırılmış ve yakıtları caddelere akmıştı. Ortalık perişan halde, insanlar üzgün… Bir haber bekliyor ama kararlılık zirve;

-ÖLMEK VAR DA DÖNMEK YOK! O gece…

Telaşla soruyorum Özel Harekâtçı bir abiye, ne de olsa aynı cephedeyiz mücadelemizde.

-Abi Allah rızası için söyle, ne durumdayız, ne yapmamızı istiyorsunuz?

-“Merak etme kardeşim İ.B.B kontrol altına alındı oraya gitmenize gerek yok. Diğer yerlerde öyle… Yalnız Boğaz köprüsü (15 Temmuz Şehitler Köprüsü) ve Ankara’da biraz sıkıntı var fakat oralarda da çözülmeler başlıyor, siz burada kalın ( İl Emniyette )” diyor bize.

Kalıyoruz, aklımızda şehitlerimiz, yaralı vatandaşlarımız…

O kara gece hayatımızdaki yerini böyle alıyordu. Ve daha bir sürü şahit olduğumuz veya dinlediğimiz ibretlik hikâyeler ile. Şehit olamadık belki, yaralanıp gazi de olamadık belki ama hiçbir zaman unutmayacağımız bir geceye şahit olduk. Şimdilik bu da yeter bize…

İşte biz böyle bir ülkeyiz… Şehadet şerbetine susayan, “Şehidini kıskanan bir Ülkeyiz..”

BİLSİNLER Kİ, GİTTİĞİMİZ YOLDAN VALLAHİ DE DÖNMEYİZ

                                                                                                               

Yazan, Murat Ozan Deniz