Şaşkın bir bakışla gözlerimi ovalayıp aktarın camına yapıştırılmış olan saman kâğıdını tekrar okudum. Yanılmıyordum.  Kâğıdın üzerinde “mutluluk ilacı yapılır” yazıyordu. Bir ayağım ileri doğru giderken diğer ayağım beni geriye doğru çekti. Bu dünyanın kirini pasını temizlemeye hangi ilacın gücü yetebilirdi ki? Aklımın çeperlerine büyülü bir toz serpilmiş gibiydi. Dertlerin devası gerçekten bu ilaçta olabilir miydi? Aklım karışmıştı.

Yaşadığım sürece bir türlü mutlu olmayı başaramamıştım. Küçükken geçirdiğim kalp ameliyatı, her çocuk gibi koşup oynayamayışım beni umutsuzlukla birlikte mutsuzluğa itiyordu. Kimi kez bir çiçek olmak istiyor, kimi kez bir kedi olmak istiyordum. Belki böyle olunca insanlar beni daha çok sever gibi geliyordu. Mutsuzluğum kendimeydi aslında dışarıya karşı hep gülümseten fikirlerim ve şakalarım vardı.  İnsanlar içerisinde benim ameliyat olmam hikmetiyle sual olunmaz yüce Allah’ın bana bir cezası gibi düşünmüyor değildim. Çocuk aklı işte ne söylenir ki herkes gibi olamayınca kötü düşünceler aklımda oluşurdu. Sürekli bir bahanem, biteviye bir mazeretim vardı. Mutsuzdum.

Mutluluğun kapısı gibi gelmişti bu aktar ve kağıtta ki yazı,  kapısından girmeye karar verdiğimde yetmiş yaşlarında, aksakallı somurtkan bir beyle karşılaştım. Bin bir çeşit mimikle dolu olan yüz ifadesi, yanlış yere adım attığım düşüncesini doğurdu. “Kelin ilacı olsa başına sürer.” Hüznün bütün desenleriyle yoğrulmuş olan bir çehrenin böyle bir ilacı kendinde denememesinin imkânsız olduğunu düşündüm. Para kazanmak amacıyla insanların duygularını sömürdükleri gün gibi ortadaydı. Bir kez girmiş bulunuyordum aktara. Cama yapıştırdığı kâğıtta bahsedilen ilaç hakkında bilgi edinmek istediğimi söyledim. Düşlerimi buğulu camlar ardında bırakmamam gerektiğini ifade etmeye çalıştı aktar. Ömrümüzün kefaretini döktüğümüz gözyaşlarıyla ödememizi, hayatın siyahtan başka renkleri de olduğunu anlattı bana. Sevinç salıncağında rüzgâra kafa tutabilmem için ilaca ödeyeceğim miktarın bir önemi olmadığını belirtti. Küçücük bir şişe için nerdeyse altın parası istiyordu. Bu durum beni biraz düşündürdü ya işe yaramazsa..

Açıkçası pek inanmıyordum aktara. Belki de bambaşka bir şeydi bu ilaç . Sağlığıma zarar verecek bitki türlerini içeriyor olabilirdi. İlacın  kendisi üzerinde tesiri olmadığını gözlemlediğimi kendisine aktardım. “Evladım bizde derler ki yaşın yetmiş işin bitmiş. Bu vakitten sonra benim için en büyük mutluluk sağlığım. O da yerinde çok şükür. Oysa sen daha yolun başındasın. Belli ki öğrencisin. Mesleğe atılacak, para kazanacaksın. Eşin ve çocukların olacak. Bunları yaşarken ne insanlarla karşılaşacak, hangi kötülüklerle yüzleşeceksin, kim bilir?” diyen aktar amca elindeki şişeyi bana doğru uzattı. Eli askıda kalmıştı aktar amcanın.  Bana bu ilaçtan fayda görmüş olan insanlardan örnek verip veremeyeceğini sordum. Bana onlarca örnek sıralamaya başladı. Kocası tarafından yüzüne kezzap dökülen bir kadının ilaç sayesinde güneşe yeniden kavuşmasını, sürekli intihar girişiminde bulunan akıl hastası bir gencin sararmış bir yapraktan yeşil ve canlı bir hale dönüşünü benzeterek anlattı.

Yarına kadar düşüneceğimi söyledim. Olumlu veya olumsuz bir kararla ertesi gün aynı saatlerde aktara uğrama sözü verdim. Sağına, soluna, sokağına iyice bakarak yerini iyice tespit ettim aktar amcanın dükkânının. Tut ki ilacı almaya karar verdim, o kadar parayı nereden bulacağım ki?            Gibi düşüncelere dalarken öğrenci yurduna doğru yolu koyuldum. Yurda geldim sürekli ilacı nasıl alacağımı düşünüyordum. Kütüphaneye geçip kitapları karıştırmaya başladım. Kitapları karıştırırken Bertrand Russell’in  Mutlu  Olma Sanatı kitabın da şu cümle gözüme takılmıştı. ‘Kişi mutluluğa başkalarını suçlayarak değil, belirlediği hedeflere erişmek için mücadele etme sürecinde, eğlenerek ulaşır. Üstelik kişi bu mücadeleyi iç dünyasına değil, sosyal yaşamına dönerek vermelidir.’ Cümlesi sanki  1930 yılında yayınlanan  bu kitapta bana özel yazılan bir cümle gibi gelmişti. Ayrıca bu kitapta ‘ erkekler birbirlerini işleri konusunda kıskanır, kadınlar ise her konuda’  diyerek bir tespitte bulunmuş bunun sonucu mutsuz toplumlar ortaya çıkar diyerek insanların silkelenip kendine gelmesinin gerektiğini savunuyor. Benim küçüklükten belli mutsuz olmam aslında bir kıskançlık virüsünün bana bulaşmasıydı. Çocukluk yaşımda diğer çocuklar gibi sağlıklı olamayışım; kıskançlık, mutsuzluk ve umutsuzluk gibi kara düşüncelere beni hapsetmişti.

Ertesi gün olmuştu parayı nasıl bulacağım diye düşünürken her ay düzenli olarak ödeyip borç şeklinde ilacı almak teklifini sunacaktım.  Üniversite Yerleşkesinden çıkıp doğruca aktarın dükkânına doğru yöneldim. Falan dükkânın yanı, falan sokak, filan yerin solu… Yoktu. Aktarın dükkânı yoktu. Bir anda silinip gitmişti sanki evrenin üzerinden.  Aktarın yerinde ekmek fırını, mutluluk ilacı  kâğıdının yerinde ise çırak aranıyor yazısı vardı. Şaşırmış olamazdım, tam da fırıncının yerindeydi aktar dükkânı. Emin olmak için defalarca gidip geldim aynı cadde üzerinde. Benim mutluluk ilacım kanatlanıp uçmuştu. Halüsinasyon gördüğümü sanıyordum ama dükkan gerçekten devredilmişti. Benim mutluluk hayalleri yine suya düşmüştü. Geri dönüyor tuttuğumuz futbol takımı şampiyon olmaz,  Oy verdiğimiz parti iktidar olmaz, bu hayatta bizi seven birisi olmaz ,  hayatımız bir türlü yolunda gitmez diyerek günü bitirmiştim. Yaşadığım bu süreçte bu durum bana ortadaki tek gerçek, mutlu olmam için zihnimin bana yarattığı bir sığınak olan aktar dükkanıydı. Arzusu büyük olanın hayali de ağır ağır oluyormuş. Tıpkı kanatlanan mutluluk ilacı misali…

Keder insana paslı bir zincir

Takma koluna bileğin incir

Mutluluk baldan tatlı bir incir

Bulursan onu herkese yedir

Mutluluk arıyorsan baktığın her yerde

Mutluluk, kendi güler yüzünde

Mutluluk, seni sevenin gözlerinde

Mutluluk, nefes almanın ötesinde

Yazan, İsmail Karaca