Kadim İslam Medeniyetinde, mihenk taşı sayılabilecek en önemli husus, eğitimdir. Oku emri ile başlayan mukaddes medeniyetimiz, önce ahlâkı, sonra ilmi ve irfanı öğütler. Her ne kadar ilim mihenk taşıysa da, ahlaksız ilim felaketlerin en büyüğüdür. Önce ahlak ve terbiye süzgecinden geçmek gerek, ardından ilim irfan yolculuğuna başlamak gerek. Heybesi ahlâk kokmayanın, ilmi kime fayda verir? Ahlak olmadan ve tam manasıyla oturmadan çıkılan ilim yolculuğu hüsrandır, felakettir. Eğitimlerin eğitimi, ahlak eğitimidir. Kendisini bilmeyen, davasının şuuruna varmamış birisine hangi ilim fayda verir? Nitekim  Nurettin Topçu bu hususta şöyle söyler “Bırak tahsili evladım, sen ilkin bir haya öğren. Biz, tahsilden önce hayayı pek iyi bilen, kendini bilen, cesur, fedakar, vatansever, imanlı bir nesle ilk öğretimin kutsal kapısını açmak zorundayız.” Eğitim uzun ve soluksuz bir yolculuktur. Belli senelere sığdırılacak bir olgu değildir eğitim. Doğumdan ölüme kadar, yaşantıda bize miras kalan her şeydir.

Kadim geçmişimizde eğitimi verene ayrı bir saygı, eğitimi alana ayrı bir saygı verilirdi. Çünkü muallim geleceğin alimlerini yetiştirirdi. Talebe geleceğin muallimi olmak için çaba sarf ederdi. Muallim ne demekti peki. Peki ya talebe ne demekti? Düşündük mü hiç? Zamanın azizliğinde değişen birçok şey gibi, bizden de çok şey değişti ve zaman bizden de çok şey aldı. Bir vakit mekteplerimiz, rahle-i tedrisattan geçen talebelerimiz vardı. Ahlak ve hayâ timsali, kendini ve davasını bilen, ne olursa olsun Allah rızasını gözeten ve kendini bu şuurda yetiştiren talebelerimiz vardı. Dedim ya zamanın azizliğinde çok şeyi kaybettik. Kelimelerimizin manası gibi mahiyeti de değişti. Önce mektepler okul oldu. Sonra muallimler öğretmen. Son olarak talebe öğrenci oldu. Öğretmen ne demekti? Öğretendi, bir meslek haline geldi. Muallim ne demekti? Talebesine önce ahlâkı aşılayan, yetiştiren, aydınlatan ve adeta cevheri ortaya çıkaran bir madendi. Öğrenci ne demekti? Öğrenci, öğrenendi, öğrenecek yaşa gelmiş olandı. Peki ya talebe ne demekti? Talebe, talep edendi. İlmi talep eden, fikri, ahlâkı, irfanı talep edendi. Muallim öğretmen, talebe öğrenci olunca, beli bir türlü düzelmeyen bir sistem oturuverdi sırtımıza, bizleri gittikçe kamburlaştıran. Her ayağa kalkmak istediğimizde bizi daha da çok kamburlaştıran ve bir türlü ayağa kalkmamıza fırsat vermeyen bir sistem. Üstad Cemil Meriç bu husus üzerine şunları söyler; “Asırlar geçti, birer birer söndü meşaleler. İrfan asâletini kaybetti. Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk: kültür. Genç kuşaklar, Batı’nın bit pazarlarından ithal edilmiş bu hazır elbiselere küçümseyerek bakıyor. Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci. öğretmen ne demek? Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime. Hoca öğretmez, yetiştirir, aydınlatır, yaratır. öğrenci ne demek? Talebe isteyendir; isteyen, arayan, susayan.” Talebe diploma avcısı değildir. Talebe, yıllarca sarf ettiği emeğinin karşılığı olarak diplomayı görmemelidir. Ancak ne yazık ki, bugün talebelik ilim yolculuğu değil, diploma avcılığı olmuş durumdadır. Manalarla beraber mahiyeti de kaybettik. Rahle-i Tedrisattan geçen, dizlerini büküp tek gayesi ilmini Allah rızası için harcamak olan talebeye ne oldu. Biz talep edenler birinci sıraya dünyayı (diploma, iş, makam) değil, yalnızca Allah rızasını koyarsak başarıya ve kurtuluşa ereriz cümlesini neden unuttuk?

Bunun içindir ki mektep bir ahlâk ve irfan müessesi, muallim geleceğe uzanan bir çınar, talebe durmadan ve isteğini biran olsun eksiltmeden sürekli ilmi, irfanı, ahlâkı, talep eden şahsiyet olmalıdır. Yoksa bu aziz manalarla beraber bizlerde çok şey kaybedeceğiz. Kaybetmemek için bizden olanı olabildiğince daha çok sahiplenmeliyiz. Yoksa kamburlaşan sırtımızı biran olsun düzeltemeyiz.

Yazan, Muhammed Nasrullah ÇİFTÇİ (Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi)