Bize hicret gerek, öfkeden sükûnete, galeyandan sekinete, hatadan tövbeye, desinlerden samimiyete, zorluktan kolaylığa, ama gevşekliğe değil.

Bize hicret gerek.

Yıllardır sıkça duyduğumuz, hayatımızın merkez parçalarından olan Muhacir ve Ensar kavramını anlamada zorlanıyoruz. Ya anlamlandıramamaktan ya da anlamak istememekten kaynaklı bir zorluk bu. Oysaki“Benim dünya ile ilgim, bir ağaç altında dinlendikten sonra yoluna devam eden yolcu gibidir” hakikatinin muhatabı iken, ne gelene kapı/sofra açmada hizmetkâr, ne de bir çatı altına sığınmada, bir tas sıcak çorbaya kaşık atmada vefakârız. Verilen nimetin kıymetini bilmeyen bir çağ ve bir toplum olma yolunda tüm hızımızla ilerliyoruz. Veren eliyle verdiğinde reklamcı, alan verene teşekkürsüz, gamsız. Roller değişik, roller anlaşılmaz. Bu kadar kavram karmaşasından sonra yine bir soru “Bize ne oldu/ne oluyor?”. Muhacir olmalı; yola çıkmalı, yerini yurdunu tekrar kavuşmak üzere mecburen ya da gereklilik dolayısıyla terki diyar eylemeli. Ensar olmalı; paylaşmalı, sahiplenmeli, kucak açmalı, acıyı hissetmeli, ibret almalı. “Dünyada bir garip, bir yolcu gibi ol” diyor Efendimiz.

Yaratan, akıl sahibiyarattıklarına büyük ödüle giden yolda fırsatlar sunar. Bu hal yarış gibi gözüken,aslında fırsatı değerlendirme halidir,yani adaletinin âlemde tecellisi. Onun adaletinde, ameli işleyen yaptığı amelinin karşılığını alacaktır. Veren verdiği kadar alır, zamanından, heva hevesinden, malından mülkünden, elinden dilinden, kalbinden gönlünden. Asıl mesele fırsat uçup gitmeden, bedenin her zerresine malik olarak ödülü kazanma yolunu bulmak ve kaçırmamakta olsa gerek. Demiştik ya, bize hicret gerek.

Fakat…                                                             

Bu yolculukta, uydurulmuş, üretilmiş musibetlerle, fıtratımıza saldırılar yapıyorlar. Bizim olmayanı bizimmiş gibi sahiplendirip, ayarlarımızı bozuyorlar. Sonra kendilerince yeni mana ve anlam ekleyerek soframıza servis ediyorlar. Biz ise önümüze gelen lokmadır, nimettir diyerek besmele ile ağzımıza atıyor, yudumluyoruz. Zerremize zerk olan lokma, artık bizim biz olmamızı, bizim bize dönmemizi, kendimizden benliğimize yolculuğumuzun önünü kapatıyor. Bu olanlar ise bizim yüzümüzden, bizim sayemizde bir tercih. (Kendim ettim, kendim buldum)

Ve batılın istediği sonuç; artık benimsin, kölemsin, çünkü benim yolum ve istediğim seni Allah’a kulluktan bana köleliğe evirmek.

Oysaki…

Yaşadığımız kadim topraklar tarih boyunca hep bir ev sahipliği sorumluluğunu üzerinde taşımıştır. Neydi peki ev sahibine düşen: İkram etmek; ekmeğinden, suyundan, malından. Korumak; aklından elinden, dilinden, gözünden. Bu durum bir sorumluluk, bir duruş, bir güç göstergesidir. Unutulmamalı bir hakikat bize;vatanımız mazluma her dem kucak açmıştır, zalime karşı çetin ve şedit olduğu gibi. Bu gerçeğin kıymetinin farkında olmadan bir yolculuk halindeyiz. Zaten hayatımızda değersiz gibi görünen, kıymeti bilinmeyen, aslında kurtuluş fırsatımız olan, hep gözümüzün önünde olan değil mi?“O zaten hep elimizde avucumuzda” diyerekbir tavır hali sergilememiz, fırsatı tepip hakikate ulaşmamızı engelliyor. Tıpkı Hamd edip,İslam olduğumuzu söz ile tescilleyip, uygulama olarak zayıf karneye sahip olmamız gibi.Yunus cevap veriyor;Ey Nefs, unutma dünya yalandır, güvenme malına, malın talandır.Bize emanet olanı, bize emanet gelen ile paylaşırken nefsin fitnesine dikkat etmeli ve aynı bilinçle emanet olanı emanet sahibinden isterken de edepli olmalıyız. Müslümanca duruş bunu gerektirir. İddiayı ispat…

Zamana dair…

Bu satırlar yazılmaya çalışılırken yaşadığımız dünya ve içindeki bizler koronavirüs diye bir hastalık ile karşı karşıya geldi. Nedir ne değildir kimsenin bilgisi olmayan bu musibet karşısında acziyetimizi bir kez daha görüyor, hatırlıyoruz.“Mart ayı dert ayı” der eskimeyen eskiler. Bahis mevzu dert, derdi kendine derman görene, kardeşinin derdi ile dertlenene, Mevla’yı vekil tayin edene. Dünya derdini, dünya kadar dert görmeyip, imtihan belleyene, sabır ile dermanın yetişeceğine inanana. Yaşadığı asrı iyi okuyan, zalimin hilesinin uzun olmayacağına ve gereken cevabın çalışarak, üreterek, gelişerek geleceğine iman edene. Bu dert, tedbir alana, tetikte olana, isyan edene değil. Yaptığını yüreğiyle yapana,ağzıyla yapana değil. Amellerini onun için gerçekleştirip, karşılığını da ondan bekleyene.

Gördüklerimizi, duyduklarımızı, yaşadıklarımızı daha iyi anlamamız için, “bize Hicret gerek”.

İyi yolculuklar…

Yazan, Ahmet Gazi Ayhan Aydın ( Belagat Dergisi, 4.sayı )