Bugün dilimize yerleşmiş, bilinçli veya bilinçsiz kullandığımız o kadar çok yabancı kavramla karşı karşıyayız ki… Acaba söylediklerimiz ile söylemek istediklerimiz ne kadar tutarlı?

Ertuğrul Fındık’ın kitabında rastladığım ve akademik olarak da sıklıkla kullanılan bir kavram olan “dünya vatandaşlığı” ya da “küresel vatandaşlık” kavramını örnek vermek istiyorum… Son zamanlarda “nerelisin?” sorusuna sıklıkla verilen popüler yanıtlardan biri olma yolunda ilerlemektedir “ben dünya vatandaşıyım” ya da “ben küresel bir vatandaşım” şeklindeki cevaplar. Peki bu yanıt acaba ne kadar masum? “Nereli olunduğunun bir önemi yok hepimiz insanız” şeklinde belki biraz masumca bir ifade olduğu savunulabilir; ama aslında biraz derinlemesine düşünüldüğünde acaba sözümüz nereye varıyor? Tabii ki hepimiz insanız; yalnız bu yanıtın altında “ben aşağılık kompleksine sahibim, nereli olduğumu söylemek istemiyorum”, “geldiğim yeri, kültürü hatta ailemi beğenmiyorum” tarzında çeşitli ve dolaylı anlamların yatmakta olabileceğini hiç düşündük mü? Acaba bu kavramlar görünen anlamlarının ötesinde bilinçaltımıza kodlanmaya çalışılan birer tuzak olabilirler mi?

Dünya vatandaşlığını körü körüne savunan birçok insanın yine sıklıkla kullandığı ifadelerden biri de “her türlü farklı inanç ve kültüre eşit mesafedeyim” sözüdür. Biz Müslüman değil miyiz, nasıl olur da her türlü inanca eşit mesafede olabiliriz? Hani bizim inandığımız değerler, hani bizim kırmızı çizgimiz…

İnancımıza, değerlerimize karşı oluşturulmuş o kadar çok kavram var ki hayatımızda, bu kavramlar aslında kime, neye hizmet ediyor çoğunlukla fark edemiyoruz. Basit bir örnek verelim, 1789 denildiğinde hemen herkesin aklına gelen olay: Fransız İhtilali. Fransız İhtilali ile ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkisi altına alan kavram(lar): Milliyetçilik ve ulus devlet. Merkezi imparatorluklarla mücadeleye karşı ortaya atılan bu kavram ile Osmanlı Devleti de dahil olmak üzere içerisinde pek çok ırksal topluluğu barındıran siyasi yapılar dağıldı. Dünya’nın hemen her yerinde ırksal bir güç olma yarışı baş gösterdi ve ulus devletler kuruldu. Bunun üzerine çok değil, iki yüzyıl sonra yani 21. yüzyılda ise dünya vatandaşlığı kavramı ön plana çıkarılmaya çalışılarak bu defa da ulus devletleri ortadan kaldırma ve tek dünya düzenini kurma planları yapılmaya başlandı. Bu durum böl-parçala-yönet anlayışına bir örnek olabilir mi sizce?

Yine rastgele, düşünmeden kullandığımız bir kelime daha: Dinler. Hatta bu kelimenin içinde geçtiği cümle: Tüm dinlere eşit mesafede olmak. Peki hangi dinler? Hz. Adem (as)’den Hz. Muhammed (sav)’e kadar gelen tüm peygamberlerin iman ettiği, tebliğ ettiği din İslam değil mi ki? Allah katındaki tek din İslam değil mi? Elbette öyle. O zaman bu “dinler” kavramından kasıt nedir? Sanki İslam dünyada var olan dinlerden sadece biri imiş gibi bir anlam ortaya çıkarılmak isteniyor. Bu İslam’ı küçümsemek, önemsizleştirmek ve itibarsızlaştırmaktan başka ne olabilir!!? Eğer İslam ile diğer inançları tek bir cümle içinde ifade etmek istiyorsak bunu “dinler” yerine “İslam ve diğer inanışlar/inançlar” gibi farklı şekillerde ifade edebilmeliyiz.

Acaba kullandığımız kavramların ifade ettiği anlamların ne kadar farkındayız? Hayatımıza giren onlarca kavram, düşünce dünyamızı ne derecede etkiliyor? Bu yazı ile sorduğumuz bu sorulara yanıt vermeye çalıştım. Bizler insanız, elbette hatalarımız olacak; ama aynı zamanda da birer Müslümanız elhamdülillah. Diyeceğim dostlar; mümin kullar olarak attığımız her adımın, söylediğimiz her sözün varacağı yeri iyi hesaplamalı ve ona göre hareket etmeliyiz.

Yazan, Hatice Özkan