Aradan geçse de zaman,
Zamana yenilmeyen sevgimiz var bizim,
Zaman geçse de aradan,
İlk günkü gibi sarıldığımız sevdiklerimiz var bizim…
Kendi derdi ile cedelleşen bir hayat yaşatıyoruz kendimize. Ve bu hal tamamen kendi tercihimizden kaynaklanır bir durum. Ne de olsa iki sözün üçünde, dilimizde pelesenk gibi “İnsan Tercihlerini Yaşar…” demiyoruz boşuna. Dünya kendi eksenimiz etrafında dönüyor. Bir değirmen misali. (Selam ACZ’e olsun…)
İmtihan günleri devam ediyor. Eğer kendimize biçeceğimiz ekinin tohumu “Ümmet” ise, kendin diye bir şey olamaz. (Kişiselleştirme olarak) Ümmet diyorsak, burada gizli bir “BİZ” var demektir. Bir topluluk, bir yolculuk…
Hasret ve öfkenin arasında geçiyor günlerimiz. Sevdiklerimize olan kavuşma arzumuz, hasretimiz depreşirken, sevmemiz gerekenlere yapılanlar bizi öfkelendiriyor. Bu durum, derdimizin şiarından olsa gerek. Eyvallah. Baş gönül üstüne…
Öyle ki;
-Habervarız, haberdarız bizden olanlardan, gitmeyenlerden. Bir ses, bir omuz mesafesinde değiliz belki ama bizim ya o(nlar) haberdarız… Ölüm haberleri alıyoruz sevdiklerimizden, diriliş habercisi olan. Doğum haberleri alıyoruz, dirilişin muştusu olan. Ayrılık haberleri alıyoruz kavi bir yolculuğun başlangıcı olan. Bu imtihan haberleri karşısında bize düşen dert ile dertlenmek. İmanın olgunluğunun ana kolonu bu çünkü. Dostunun, sevdiğinin derdi ile dertli isen, gönlüne doğru ağlayabiliyorsan, içine doğru yani, o zaman kendine ekmek istediğin tohumu biçersin. Mahsul ne mi? Bilmiyorum, göreceğiz. Bilmemek ancak bu kadar güzel olabilir…
-Geçen giden zamanla birlikte, hasretlikler de uzarken, gelen haberler bazen üzerken, bazen sevindirirken, çaresiz kalmak, tepki verememek bizi aciz kılan durum. İşte tam da burada ortaya çıkıyor söylem ve eylem karmaşası. Dünyanın kendimizin ekseni etrafında dönmediği hakikati…
-Dostlardan gelenler yüreğimizi coştururken, ama hüzün, ama sevinç, içimizde dosta dair bir şeylerin olması bizi umutlandırıyor. Ve silkeliyor aslında. Çünkü ben diri ve dinç olmalıyım, dostun bana ihtiyacı var. Ben diri ve dinç olmalıyım, dostuma el uzatmalıyım. Ben diri ve dinç olmalıyım, dost için hazır kıta, tetikte, nöbette beklemeliyim…
Kara kutu olur ya hani uçaklarda, uçuş esnasında kayıt alınması gereken ses, koordinatlar, verilerin depolandığı kutu, öyle olduk desek yeridir. Bu durumdan şikâyetçi miyiz? Haşa! Yalnız kara kutu ifadesini değiştirmeliyiz sanki, insanın içini karartıyor çünkü. Bizden olsa olsa “……” olur diyorsanız O’sunuzdur… (Mesela, Ben mavi severim)
Kaidevî olarak diyeceğimiz şudur ki; Sabr ve Gayret ile mücadeleye devam edeceğiz. Çünkü yaradan bizden vazgeçmez, bizi yalnız bırakmaz, bizden ayrılmaz. Biz ona sımsıkı sarıldığımız sürece ise kazanan oluruz. “Bir gün ismi Abdulgafur olan bir büyüğümüzü ziyaret etmiştik. Misafire ikram hakikattendir mukabilince mükellef bir sofra geldi önümüze, israftan uzak ama. Ve mecliste bulunan değerli bir dost şu kelamı etti; Gafur olanın kulu böyle ise, kendisi nasıldır kim bilir?”.
Başka söze ne hacet…
Bitiriş başlangıç ile aynı;
Aradan geçse de zaman,
Zamana yenilmeyen sevgimiz var bizim,
Zaman geçse de aradan,
İlk günkü gibi sarıldığımız sevdiklerimiz var bizim…
Yazan, Ahmet Gazi Ayhan Aydın