Kâ’b bin Züheyr, Müzeyne kabilesinden olup, şâir yetiştiren bir âileye mensuptu. Babası Züheyr bin Ebî Sülemî ve kardeşi Büceyr de şâir idi. Kâ’b bin Züheyr’in babası Hristiyan ve Yahudi âlimlerinin yanlarına gider, onları dinlerdi. Onlardan âhir zamanda bir Peygamber gönderileceğini işitmişti.

Züheyr, bir gece rüyasında, gökten bir ip uzatıldığını, o ipten tutmak için elini uzattığı hâlde yetişemediğini görmüştü. Bu rüyasının, âhir zamanda gelecek olan Peygambere yetişemeyeceğine ve ömrünün o gönderilmeden biteceğine işaret olduğunu anlamıştı.

Fakat oğulları Kâ’b ve Büceyr’e, âhir zaman Peygamberi gönderilince, Ona îman etmelerini vasiyet etmişti.

Kâ’b bin Züheyr ve kardeşi Büceyr, İslâmiyet gelince, Peygamberimizle görüşmek üzere Medîne-i Münevvereye doğru yola çıkmışlardı. Ebrak-ul Azzâf denilen yere geldiklerinde, kardeşi Büceyr dedi ki:

<em>- Sen burada bekle, ben Medîne’ye gidip, O Peygamberi bir göreyim. Söylediklerini dinleyeyim. </em>

Büceyr Medîne’ye gidince, Peygamberimiz ona, İslamiyet’i anlattı ve Müslüman olmasını söyledi. O da hemen <em>“Kelime-i Şehâdet”</em> getirerek Müslüman oldu.

Kâ’b bin Züheyr, kardeşi Büceyr’in Müslüman olduğunu öğrenince, ona çok kızdı. Bunu dile getiren bir şiir yazdı. Şiirinde, Peygamberimize ve İslamiyet’e karşı hoş olmayan sözler söylemişti.

Medine döneminin ilk zamanlarında çevresinden birçok kişi Müslüman olduğu halde Kâ’b ve diğer bazı şairler İslâm di­nini ve Hz. Peygamber’i hicvetmeye de­vam ettiler. Kâ’b, İslâmiyet’i kabul eden kardeşi Büceyr’i bundan vazgeçirmek için Resûl-i Ekrem’i de hicvettiği bir şiir söyle­di. Bunun üzerine Hz. Peygamber Kâ’b’ın öldürülmesini istedi.

Kâ’b, kabilesi Müzeyne’nin himayesine sığındıysa da kabi­lesi onu reddetti. Kardeşi Büceyr’in, Müslüman olduğu takdirde bağışlanacağını bildirmesi üzerine müslüman olmaya ka­rar veren Kâ’b, (630) yılında Medine’ye gitmeye karar verdi.

Medine’ye varınca, gizlice Cüheyni kabilesinden olan bir arkadaşının evine gidip, misafir oldu. Ertesi gün sabah, evine misafir olduğu kişi, onu, Peygamberimizin yanına götürdü. Peygamberimiz o sırada, Eshâb-ı kirâm arasında idi. Eshâb-ı kirâm etrafını sarmış, sohbetini dinliyorlardı.

Kâ’b bin Züheyr, devesini mescidin önüne çöktürüp, içeri girdi. Peygamberimizin yanına yaklaşıp, kendini tanıtmadan dedi ki:

<em>- Yâ Resûlallah! Kâ’b bin Züheyr yaptıklarına pişman ve Müslüman olarak aman dilemeye gelmiş bulunuyor. Ben onu sana getirsem, aman verip, Müslüman olmasını kabul eder misiniz? </em>

Peygamberimiz buyurdu ki:

<em>- Evet. </em>

<em>- Yâ Resûlullah, ben şehâdet ederim ki, Allahtan başka ilâh yoktur. Sen de O’nun Resulüsün…  </em>

<em>- Sen kimsin?  </em>

<em>- Ben Kâ’b bin Züheyr’im.  </em>

<em>Eshâb-ı kirâm onun Kâ’b bin Züheyr olduğunu anlayınca, Ensar’dan biri ayağa kalkıp dedi ki:  </em>

<em>- Yâ Resûlallah! Müsaade et, boynunu vurayım!  </em>

<em>Peygamber efendimiz buyurdu ki:  </em>

<em>- Vazgeç ondan! O, içinde bulunduğu hâlden pişman ve Hakka dönmüş olarak gelmiştir.</em>

Resûlullah’ın huzurunda Ensar ve Muhacirlerden oluşan topluluğun önün­de İslâm’ı kabul etti ve orada meşhur ka­sidesi <strong><em>”Bânet Sü’âd”ı</em></strong> okudu<strong><em>. “Muhakkak ki Peygamber kendisiyle aydınlanılan, Al­lah’ın çekilmiş yalın kılıçlarından bir kılıç­tır”</em></strong> beytini söylediğinde Resûl-i Ekrem duygulanarak üzerindeki Yemen hırkası­nı (bürde) Kâ’b’ın omuzlarına attı. <em>(Kâ’b’a ait olduğu rivayet edilen bir hırka günümüz­de, İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi’nde muhafaza edilmektedir.)</em>

Kaynak: Hayatü’s Sahabe, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.

Kâ’b bin Züheyr, Müzeyne kabilesinden olup, şâir yetiştiren bir âileye mensuptu. Babası Züheyr bin Ebî Sülemî ve kardeşi Büceyr de şâir idi. Kâ’b bin Züheyr’in babası Hristiyan ve Yahudi âlimlerinin yanlarına gider, onları dinlerdi. Onlardan âhir zamanda bir Peygamber gönderileceğini işitmişti.

Züheyr, bir gece rüyasında, gökten bir ip uzatıldığını, o ipten tutmak için elini uzattığı hâlde yetişemediğini görmüştü. Bu rüyasının, âhir zamanda gelecek olan Peygambere yetişemeyeceğine ve ömrünün o gönderilmeden biteceğine işaret olduğunu anlamıştı.

Fakat oğulları Kâ’b ve Büceyr’e, âhir zaman Peygamberi gönderilince, Ona îman etmelerini vasiyet etmişti.

Kâ’b bin Züheyr ve kardeşi Büceyr, İslâmiyet gelince, Peygamberimizle görüşmek üzere Medîne-i Münevvereye doğru yola çıkmışlardı. Ebrak-ul Azzâf denilen yere geldiklerinde, kardeşi Büceyr dedi ki:

<em>- Sen burada bekle, ben Medîne’ye gidip, O Peygamberi bir göreyim. Söylediklerini dinleyeyim. </em>

Büceyr Medîne’ye gidince, Peygamberimiz ona, İslamiyet’i anlattı ve Müslüman olmasını söyledi. O da hemen <em>“Kelime-i Şehâdet”</em> getirerek Müslüman oldu.

Kâ’b bin Züheyr, kardeşi Büceyr’in Müslüman olduğunu öğrenince, ona çok kızdı. Bunu dile getiren bir şiir yazdı. Şiirinde, Peygamberimize ve İslamiyet’e karşı hoş olmayan sözler söylemişti.

Medine döneminin ilk zamanlarında çevresinden birçok kişi Müslüman olduğu halde Kâ’b ve diğer bazı şairler İslâm di­nini ve Hz. Peygamber’i hicvetmeye de­vam ettiler. Kâ’b, İslâmiyet’i kabul eden kardeşi Büceyr’i bundan vazgeçirmek için Resûl-i Ekrem’i de hicvettiği bir şiir söyle­di. Bunun üzerine Hz. Peygamber Kâ’b’ın öldürülmesini istedi.

Kâ’b, kabilesi Müzeyne’nin himayesine sığındıysa da kabi­lesi onu reddetti. Kardeşi Büceyr’in, Müslüman olduğu takdirde bağışlanacağını bildirmesi üzerine müslüman olmaya ka­rar veren Kâ’b, (630) yılında Medine’ye gitmeye karar verdi.

Medine’ye varınca, gizlice Cüheyni kabilesinden olan bir arkadaşının evine gidip, misafir oldu. Ertesi gün sabah, evine misafir olduğu kişi, onu, Peygamberimizin yanına götürdü. Peygamberimiz o sırada, Eshâb-ı kirâm arasında idi. Eshâb-ı kirâm etrafını sarmış, sohbetini dinliyorlardı.

Kâ’b bin Züheyr, devesini mescidin önüne çöktürüp, içeri girdi. Peygamberimizin yanına yaklaşıp, kendini tanıtmadan dedi ki:

<em>- Yâ Resûlallah! Kâ’b bin Züheyr yaptıklarına pişman ve Müslüman olarak aman dilemeye gelmiş bulunuyor. Ben onu sana getirsem, aman verip, Müslüman olmasını kabul eder misiniz? </em>

Peygamberimiz buyurdu ki:

<em>- Evet. </em>

<em>- Yâ Resûlullah, ben şehâdet ederim ki, Allahtan başka ilâh yoktur. Sen de O’nun Resulüsün…  </em>

<em>- Sen kimsin?  </em>

<em>- Ben Kâ’b bin Züheyr’im.  </em>

<em>Eshâb-ı kirâm onun Kâ’b bin Züheyr olduğunu anlayınca, Ensar’dan biri ayağa kalkıp dedi ki:  </em>

<em>- Yâ Resûlallah! Müsaade et, boynunu vurayım!  </em>

<em>Peygamber efendimiz buyurdu ki:  </em>

<em>- Vazgeç ondan! O, içinde bulunduğu hâlden pişman ve Hakka dönmüş olarak gelmiştir.</em>

Resûlullah’ın huzurunda Ensar ve Muhacirlerden oluşan topluluğun önün­de İslâm’ı kabul etti ve orada meşhur ka­sidesi <strong><em>”Bânet Sü’âd”ı</em></strong> okudu<strong><em>. “Muhakkak ki Peygamber kendisiyle aydınlanılan, Al­lah’ın çekilmiş yalın kılıçlarından bir kılıç­tır”</em></strong> beytini söylediğinde Resûl-i Ekrem duygulanarak üzerindeki Yemen hırkası­nı (bürde) Kâ’b’ın omuzlarına attı. <em>(Kâ’b’a ait olduğu rivayet edilen bir hırka günümüz­de, İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi’nde muhafaza edilmektedir.)</em>

Kaynak: Hayatü’s Sahabe, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.