Nasılda büyüyoruz, düşe-kalka, savrula-kavrula, vura-kıra-kırıla…

Ama hep öğrenerek. Bazen çaresiz, bazen çare biz, bazen ise, öyle işte…

Büyürken kaçırıyoruz bazen, bu kaçırılan an geliyor tren oluyor, an geliyor otobüs, an geliyor uçak. Hepsinin ortak özellikleri ise, bu kaçırılanlar, arkasından koştuğumuz, koşamadığımız, aradığımız, bulamadığımız “Fırsatlar” oluyor. Yakalıyoruz bazen, sonra o yorgunlukla neyi yakaladığımızı, aslında neyi kovaladığımızı unutuyoruz. Neyse dursun bir kenarda stokçuluğu başlıyor bu aşamadan sonra. Paylaşmak mı? O da nesi, bilmiyoruz ki…

Büyüyoruz iste. Hoplaya-zıplaya, ağlaya-sızlaya, yana-yaka-yakıla. Bir şikayettir, akıp gidiyor zaman. Oysa benden istenen, benim olanın benden istediği, benim yapmam gereken, şikayet değil, teşekkür ve Şükürdü…

Verene şükür, vermeyene de şükür, alana şükür, aldırana da şükür. Teşekkür ne güzeldi oysa ki, “En Büyük” olana…

Bir söz ile oluyordu olması istenen, belki de bizde beklenen, bizce beklenen. Olmayınca, olmuş, olmuyor muydu istenen? Aslında olmaması idi belki istenmesi gereken. Ama yine de istenen. Ve yine şikayet. Şükürden bîhaber tavırla…

İşimiz, tavrımız hava yapmak olmuştu,

Oysa ki, bir rüzgarlık işimiz vardı.

Havaya, hava yapmaktı bizimkisi,

Sonra ne oldu ise, hava aldı havamızı.

Biz aldık havayı…

Gidiyoruz işte… Elde yok-avuçta yok. Dilde yok-gönül de yok. Heybe boş, sırt yük dolu. Hımar olmuş beyin, gönülden habersiz. Taşıyoruz şikayet edileni, şükürden habersiz. Bir tabela çıkıyor karşımıza. Tabela da yazılan malumumuz; köprü mü, patika mı, dağ mı, tepe mi, tercihen gidilen o yoldan önceki “Son Çıkış”…

Kıralım direksiyonu… Hala ne duruyoruz… Anahtar bizde, kaptan biziz, yolcu da biziz, yolda. Gitmeden önceki son çıkış bize bir ışık, bir fırsat, bir şükür. Böyle bir uyarı tabelası ne zaman çıkar bilinmez. Bu fırsat karşımıza çıkar mı, hiç bilinmez. Zaten bilmemek ancak bu kadar güzel olabilirdi… Bu bilmemenin adı aslında; Teslimiyet… Teslim olursak eğer, eller olması gereken yerde, alın olması gereken yere, gönül de olması gereken ile. Ödül felah olur, felah bizi bulur, arayan zaten bulur. Bulan arayan değil miydi ki zaten…

Ne yazdık? Ne yazmaya çalıştık? Ne anlattık? İnanın yazan da bilmiyor.

Ama bildiğimiz bir şey var…

İNANIN… ( iyi gelir )

 

Yazan, Ahmet Gazi Ayhan Aydın