Hayat iman ve imkan arasında bir yerdedir her daim. İmanın samimiyeti imkanları doğurmuştur. Koşul, sebep, neden fark etmeksizin iman etmek dünyaya karşı var olduğunun göstergesi ve çabasıdır. İmkan elde edenlerin çoğu iman etmiştir çünkü. Dünyanın dengesizliği, hayatın yoruculuğu bizi yorar bir çok kez. Çünkü uzun bir zamandır dünya bulunduğu teraziden ayrılalı, şirazeyi kaybedeli çok oldu. Ben bir Müslüman olarak her meseleye, her olaya Müslüman gözlüğünden bakarım ve bakmalıyım da. Gözlerim önce benim kardeşlerimin ve müminlerin yurduna döner her daim. Mesele Eritre’ye döner, Keşmir’e döner, Doğu Türkistan’a döner, Cibuti’ye, Çad’a, Bangladeş’e döner yüzüm. Çünkü ben oralıyım, ben var olma çabamı orada kazandım. Orada yeşerdi yeşil tomurcuklar, leylaklar sümbüller. Orada himaye altına alındı müminler. Yitik beldelerimizin samimiyet kokan tebessümü orada yeşerdi, Myanmarlı Ebubekir’in yüzünde.
İlk gözyaşı burada döküldü kuru toprakların sahibi Ganalı Abdullah Amca’nın gözünden. Onun hüznü, sevincindendi. Şaşkınlığı muhabbet kokan saflığında gizliydi. Bir vakit köylerine bir kişi mi demeliydik, bir şey mi bilemedik. Beyazdı, havada uçar yerde gezinirdi, biraz da çakal ruhlu bir şeydi sanki. Yok yok bu bizi yıllardır sömüren takım elbiseli, kravatlı, göbeği önünde yürüyen ağzında prosu eksik olmayan Batılı bir adam değildi. Bizi sömürmeye mi gelmişti, sahte vaatlerle ne sunacaktı acaba? Böyle bir şeye yeltenirse kanatlarını eline verir gönderirim bunu her nereden geldiyse.Evet kanatları vardı atmacayı, doğanı veya kerkenezi anımsatan bir şekli şemali vardı. Allah Allah dedik hayr olsun bu gelen hayırdan. Köyün yaşlı ve bilge amcası Abdullah’ın zihninden geçenleri paylaştık az önce. Bu şaşkınlığı köye gelen uçan bir drona karşıydı. Damına bağdaş kurdu eline aldı dronu, evirdi çevirdi, hafifçe salladı. Kumandayı torununa verdi, uçurmasını söyledi. Torunu bastı düğmeye ve var gücüyle uçuverdi kerata. Bizim Muhammed yürekli Abdullah amcamızın Gana topraklarında aklına bir şey geliverdi. Hem düşmemesine, hem de dronun uçmasına hayret edip melül melül izliyordu. Zihninde onlarca şey tasarlamıştı ve torununun dronu yere indirmesini söyledi. Dron yere indi ancak Abdullah Amca sevinçten hala havalardaydı. Çünkü yıllardır hayalini kurduğu olaya çok yakındı kendince. Yaşım kemale erdi dedi, bağdaş kurup döndü ev ahalisine. Artık hac farizasını yerine getirmeli ve öyle emanet etmeliyim emaneti emanetçilerin en güzeline. Gelinine bir kaç temiz elbise hazırlayıp bir poşete koymasını rica etti. Önce tüm ev ahalisi, sonra tüm köylü efradı ile helalleşip yola koyulmalıydı bu zamanenin devesi ile. Tüm aile Abdullah Amcaya odaklanmış ve en büyük oğlu hacca gidecek imkanımız olmadığını nasıl gideceğini sordu babası Abdullah’a. Şöyle bir gerildi, yanında duran dronu kucakladı ve ayağa kalktı Abdullah Amca, aile efradına gösterdi dronu ve şöyle dedi; ‘’İşte bununla, zamanenin devesiyle gideceğim. Bunun üzerinde bir kaç değişiklik yapar biraz büyütür giderim.’ dedi. Torunu içten bir tebessümle öpüverdi yüreği güzel dedesinin merhamet yüklü sakalını. Ve devam etti; ‘’Benim yüreği güzel dedeciğim olur mu öyle şey, bu çok az ağırlık taşıyabilir. Seni taşıyamaz maalesef. Ama sana söz okul bittikten sonra işe başlar başlamaz emanetini götüreceğim emanetçilerin en güzeline.’’Afrika’nın kaderidir Abdullah Amcanın saflığı. Merhamet kokan yüreğinde gizlidir bu koca kıtanın amansız yükü. Her neyse hikâyemizin bizim için en güzel kısmına geçelim, emanetin ulaştığı bölüme… Belki daha büyük bir dronla gerçekleşmedi Abdullah Amcanın hayali, ancak emaneti teslim etmeye bir el uzandı Abdullah Amca’ya; Türkiye. Çeşitli STK’lar ve çeşitli dernekler aracığıyla haberini alıyoruz bu güzel insanın. Bu sefer gerçekten olacak bir seyahat için rica ediyor gelininden. Bir kaç temiz elbise ve gönül dolu helallikle çıkıyor Abdullah Amca Temale’nin Kırsal Bölgesinden, Emanetçilerin en güzelinin beytine. Ve ardın ve arşın merkezi, cümle alemin memleketi, yitik coğrafyamızın gözbebeği, Rahman ve Rahim olan, her şeye kadir ve muktedir olan Allah’ın o kutlu beytine varılmıştı. Abdullah Amca oradayken vakit manasını kaybetmişti sanki.
Yürüyordu Abdullah Amca, Resulün ve Sıddıkların yürüdüğü yolda, amansız mücadelenin verildiği Mescidi Haram’da, Hamza’nın (r.a) kükrediği yolda, Sümeyye ve Yasir’in (r.a) şehit düştüğü mekanda, Ali el-Murtaza’nın (r.a) gözü gibi sevdiği Resul’nün yattığı yatakta, Hicretin tozlu toprağında yürüyordu Abdullah Amca. İbrahim’e (r.a), İsmail’e (r.a) ve tüm Nebilere, kutlu davaya, bilenmiş inançlara ve mübarek o bereketli imanlı salih kullara selam ediyordu Abdullah Amca. Samimiyet kokan bu güzel insanın bu güzel hikayesi bizlere ders olsun. Yürek coğrafyalarımız hep zihnimizde olsun. Çünkü biz İslam ümmeti olarak birbirimizin kaderiyiz, birbirimizin bahtıyız, her daim açık olsun.
Yazan, Ömer UYGUR (Uludağ Üniversitesi İşletme Fakültesi)