Bu yazıyı demokrasi mücadelesinde şehit düşen, vatanı ve milletinin bağımsızlığını kalbinin derinliklerine yazmış, egemenliğin kayıtsız şartsız milletindir şiarı ile hareket eden, bu ülkede manda ve himayeyi kabul etmeyen ve bizi Güney Amerika ülkeleri gibi 10 yılda bir darbe yaparak yeniden dizayn etmeye çalışan emperyalistlere karşı duran şehitlerimize ve de sokaklarda bir haftadır demokrasi mücadelesi için nöbet tutan insanlarımıza ithafen yazıyorum ve bunu da bir görev addediyorum.
Yaşadıklarımızı, olayları, olguları sizler ile paylaşmalıyım ki belki ilerisi için bir ışık olur da bu yazılanları okuyan gençler, ileride bu ülkede neler yaşandığını biraz da olsa bilme fırsatı olur…
Şimdi size hayatımda ilk defa şahit olduğum darbe girişiminden bahsedeceğim. Aslında 28 şubat 1999, 27 Nisan “E-muhtura”sına da şahit olmuştum ama bu olaylar, o gece olanların yanında çok küçük kalır…
15 Temmuz akşamı işten eve gelmiştim. Her zamanki gibi yemeğimi yedim, kahvemi içtim. Kafamda yarın nereye, ne zaman giderim, yarın iş nasıl geçecek gibi dünyevi sorular ve planlar ile meşgulken bir yandan da göz ucuyla televizyonu izliyordum…
Son dakika haberi; Askerler köprüyü kapattı! İçimden, “herhalde canlı bomba alarmı” diye düşündüm. O günde köprü kırmızı mavi beyaz Paris saldırısında ölen insanlar için ışıklandırılmıştı. (Onlar bize bu kadar yapmıyorlar ama yine büyüklük bizde kaldı diyordum…)
Neyse!
Sonra Atatürk havalimanı tutulduğu haberi, ardından Ankara semalarında alçaktan uçuş, o arada komşum arıyor, konuşuyoruz, “neler oluyor diyor”, açıkçası ben terör saldırısı olabileciğini düşünüyordum.
Ne bileyim bu hainlerin darbeye hazırlandıklarını…!
Sonra askerlerin Beylerbeyinde vatandaşları durdurdukları haberi geliyor o ara Başbakan Binali Yıldırım NTV haber kanalına bağlanıyor “askeri komutadan bağımsız bir hareket olduğunu söylüyor”, ben farkına varıyorum durumun, ama içimde hala bir tereddüt yok değil. Çünkü daha Cumhurbaşkanı konuşmamıştı. Ufak bir tereddüt geçiriyorum ailem, arkadaşlarım, yaşadıklarım gözümün önüne geliyor. 12 Eylül 1980 darbesinde olanlar aklıma geliyor, ama sonra kendi kendime diyorum ki “Bugün dışarı çıkmazsam, yarın hiç çıkamayacağız ve hayatım boyuncu bunun utancı ile yaşayacağım”.
Cumhurbaşkanımızın sözleri geliyor aklıma diyor ya “Öleceksek Adam Gibi Ölelim”, sonra bu ülkenin kurucusu diyor ya “Ya İstiklal Ya Ölüm”. Evet! İşte bu emirler ile motive oluyorum dışarı çıkarken. Ama birileri bu darbe girişimini tiyatro olarak göre dursun, birileri aman çıkma başına bir iş gelir diye dursun, birileri masa başı klavyeciliği yapa dursun, biz hakka inanan insanlar bunları kabul edemeyiz. Öyle de yaptık, ailemden büyüklerim beni aradı, arkadaşlarım, dostlarım bu çekinceleri dile getirdiler, ama biz kabul etmedik.
Dışarı çıktım dört yoldan aşağıya doğru iniyorum; Atm’lerde insan kuyrukları, bakkallar boşalmış, açıkçası utanıyorum o insanlardan, yaptıklarından, acaba ileride nasıl anlatacaklar çocuklarına bu yaptıklarını… (Biliyorum ki bir kısmı da Suriyelilere laf eder, vatanını sattı bizim ülkeye geliyorlar diye…)
Neyse!
Şunu da belirtmeliyim ki, o akşam benim ile farklı düşünceden olduğunu bildiğim bir teyze, bizi ipten aldı, uyardı “oraya gitme, orada ateş ediyorlar…” dedi. Yazımın devamında bahsedeceğim bu kişiden, ancak şunu söylemeden geçemeyeceğim. Demek ki; Vatanperverlik ideolojiler ile olmuyor, karakter, onur, haysiyet, şeref gerek, işte hepsi bu…
Oradan Kadıköy merkeze doğru geçiyoruz, biraz slogan, tekbir sesleri, moral ve güç buluyoruz. O ara gözümüz de haberlerde. Cumhurbaşkanımızın açıklamaları, herkesi meydana davet etmesi insanları coşturuyor, ancak kısmen korku ve endişe de hâkim insanlar da, acaba ne olacak diye bekliyorlar…
Köprüye yürümeye karar veriyoruz. Açıkçası köprünün tutulduğunu biliyoruz, ama Gezi Parkı olaylarında olduğu gibi biraz gişelerin önünde dururuz sayımız artar sonra bize yol açarlar diye düşünerek çok büyük bir korkumuz yok yola çıkarken, yanımızda çevremizden simaen tanıdığım bir abi, tanıdığım bir başka abim ile Kadıköy’den itibaren sohbete daldı olayları yorumluyor analiz ediyorlar, ben sonradan öğreniyorum, abimizin yüzde seksen engelli olduğunu, içimden bir parça kopuyor, ne yalan söyleyeyim, biraz da utanıyorum, kızıyorum o evlerinden çıkmayan insanlara…
Köprünün ayaklarını gördüğümüz yerde silah sesleri duyuyorum, sürekli artarak gelen sesler, düşündüğümüz polis ile asker çatışma halinde olduğu… Ama durum öyle değilmiş. Bizden hızlı davranan grup, öndeki arkadaşlarım, o kahpe askerlerin orada ki silahsız sivillere ateş açması sonucu ölüyor, yaralanıyor, bir bakmışım ki yanımdan G3 mermisinin vızıltıları geçiyor önümde 2 kişi yaralanıyor, o andan sonra ben yanımdaki abime, biraz geri gidelim gibilerinden konuşuyorum…
Açık konuşmak gerekirse insan ölmek istemiyor, ama orada da ölmek de istiyorsun bir yandan da, “Şehit olacaksın” mücadeleler tarihinde ismin yazılacak, hayatta iş, güç ile bunları ne kadar yapabilirsin gelmiş bir fırsat ayağına… Biraz mantıklı düşünmeye çalışıyoruz, o ara müthiş bir top sesi, yere yapışıyoruz, sonra çığlıklar… Bir dönem Amerika Bağdat’a girmişti ya, bizde televizyondan Bağdatın nasıl bombalandığını izliyorduk, işte bizim yaşadığımız durumda aynısıydı o gece…
Saat sabah 5 oldu hala çatışmalar, hala yaralılar, ama biz mevzunun büyüklüğünün hala farkında değiliz. Haydar Paşa numune de sokaktan geçenlerden duyduklarımız kadarıyla 6 ölü lafı var, geri dönüyoruz, zor bir karar olsa da, ilçenin önünde duralım orayı sahiplenelim diyoruz. Dönerken de Söğütlü Çeşme’den değil de Acıbadem’den aşağıya doğru ineriz düşüncesindeyiz. Tam aşağıya inerken, yukarıya doğru 2 kişi koşarak geliyor. “Türk Telekomun önünden geçmeyin” diyorlar. Bize yazımın başında dediğim balkondaki teyze yalvarıyor bize “aman evladım oradan geçmeyin” diye… Önünden geçenleri indiriyorlarmış, bizde birlikte olduğum abimin amcasının aklına uyarak Koşuyolundan dolaşmaya karar veriyoruz. Orada aralarda 2 tane atletli çocuk, “Abi ordan geçmeyin asker var çeviriyor” diyorlar. Bizde gece karanlığında ölmeyelim bari diye söyleniyoruz. Aramızda sesli konuşan olursa uyarıyoruz, derken bir taksici görüyoruz “Abicim al bizi götür ilçeye” diyoruz , “Yok ben çalıştırmıyorum taksi” diyor, bir de adam bu olanlara tiyatro demez mi, birlikte olduğum abimin amcası adama tekme tokat girecekti neredeyse, ama güç bela tuttuk…
Sabah oldu 7 gibi evdeydim evim Türk Telekoma yakın, çatışma sesleri duyuluyor, o arada balkondan çıkan komşum; “Yunus, oradan geçme tehlikeli” diye söyleniyordu. Sinirlendim biraz ve dedim ki “Siz içeri geçin, bağırmayın oradan” o ara eve geçtim…
Ertesi gün haberler bildiğiniz şeyler, hain askerler benim arkadaşımı şehit ettiler… Çok yakından da olmasa tanırdım onu, daha yeni askerden gelmiş tertemiz bir çocuktu sevdiği vardı, idealleri vardı, ama o akşam beraber çıktığımız köprü yolcuğuna en önden gitmişti aramızda ki fark buydu. O öldü (Ölümsüzler kervanına katıldı…) ve biz hala yaşıyoruz. Yazımın başında dediğim gibi benim arkadaşım ve diğer şehitlere karşı bir görevim bu yazıyı yazmak.
Çünkü onlar unutulmayacaklar…
Onlar demokrasi kahramanları…
Onların isimleri park, bahçeler, okullara, duraklara, meydanlara verilecek…
Ertesi gün olayları darbenin bastırıldığını yarı gurur yarı üzüntü ile haberlerden izliyorum hiç çıkmadım dışarı kendimi toparlayamadım. Sonra çıktım, bu sefer nöbet tutmaya başladık. Nöbet tutarken bile sevinç gösterileri yapanları garipsiyordum, bir yanım da bu olanlar ile şüphesiz bir gurur ve zafer duygusu vardı…
Neyse, fazla uzatmayayım!
Demokrasi nöbetlerimiz devam ediyor şu günlerde, nöbetlerde paylaşımlar yapıyoruz insanlar ile dertleşiyoruz, açıkçası bir travma bu, “Yaşadıklarımız düşünebiliyor musunuz?” hangi millet kendi vergileri ile alınan silahlar, uçaklar ile kendi ülkenin köprüsünü, meclisini, halkını bombalar…
Emperyalist güçlerin maşası olan o sinsi hainlerin bu ülkeden temizlenmesini istiyorum…
Şu zor günlerde ülke olarak ciddi bir travma ve güven erezyonu yaşıyoruz. Bu zor günleri aşmak için, şimdi bu darbecilere karşı yaptığımız demokrasi nöbetleri bir nevi rehabilitasyon da oluyor bizim için, dertleştiğimiz insanlar her kesimden, yani vatanını, milletini seven, olaylara ideolojik yaklaşmayan herkes, aslında bu ülke için bu yakınlaşma muhteşem bir fırsat, bu kadar acıdan sonra olsa bile…
Yazan, Yunus Uraltaş