En bereketli gündür Cuma, İnsanlar daha özenle ve temiz giyinmiş, esnaf dükkânını kapatmış, genci yaşlısı Cuma namazı için, yine camilere koşmuştu. Hep birlikte Cuma namazımızı kıldık, duamızı ettik ve işlerimiz için, yine koyulmuştuk günün akışına…
Akşam saat 18.00 gibi eşimle birlikte kayınvalidemi ziyarete gitmiştik. Hep birlikte otururken, biraz başım ağrımaya başlamıştı. Ben biraz uzanmak için müsaade isteyip, dinlenmeye çekilmiştim.
Saat 21.00 gibi kalkmıştım. Sonra çay içerek, sohbet ederken, saat 22.30’da Silivri de oturan ablam telefonla beni aradı. Çok heyecanlıydı sesi, “haberleri izliyor musunuz?” dedi. Bende, hayır dedim. Sonra, “Acil televizyonu aç” dedi. O esnada acele edip, haber kanallarına bakmaya başladık.
Başbakanımız Binali Yıldırım bir televizyon kanalına canlı bağlanarak “Bu bir kalkışmadır.” Dedi. Ve ekledi; “Asker içindeki paralel örgüt yapılanması üyelerinin başkaldırmasıdır. Sonunda ölüm olsa dahi müsaade edilmeyecektir” diye bir açıklama yaptı.
O esnada ardı ardına mesajlar gelmeye başladı telefonumuza. “Tüm halkımızı Milli iradeye sahip çıkmaya meydanlara bekliyoruz” diye.
Bu mesajlardan sonra, hiç düşünmeden “Ben gidiyorum” dedim.
O esnada haber kanallarını da takip ediyordum. Ardı ardına komutanlar, siyasiler, yorumcular haber kanallarına bağlanıp, bunun emir komuta zincirine bağlı bir emir olmadığını söylüyorlardı. Ben çıkmaya hazırlanırken eşim; “Bende geliyorum” dedi. ( Allah eşimden razı olsun…) “Sen kal, gelme” desem de, o gece eşim beni yalnız bırakmayacağını ve birlikte gideceğimizi söyledi. Birlikte apar topar evden ayrılmıştık.
Aracımıza binip hızla yol alırken bir taraftan da telefonla, eş dost ne kadar tanıdık varsa onlarla, mesajlaşıyor, haberleşiyorduk. Gerek yazarak, gerekse ses kaydı çekip yayarak “herkesin dışarı çıkmasını” söylüyorduk. Yolumuz üzerinde olan eş dost kim varsa toplaya toplaya, Gaziosmanpaşa’ya geldik. Arabayı park edip, yürüyerek saldırı altında olan mevkilere gitmeye yola koyulduk. Amacımız, merkez olarak Eyüp’e inmek ve oradan nereye gideceğimize karar vermekti.
Eyüp sultana inerken gördüğüm tablo beni çok etkiledi. İslambey yolu, genci yaşlısı, kadını çocuğu ile dolmaya başlamış herkes yürüyordu. Halk, nereye gittiğini belki bilmiyordu ama dışarı çıkmıştı herkes. Siyasi görüşü fark gözetmeden, herkes omuz omuza olmuş, feshane istikametine doğru tekbirlerle yürüyorduk. Haliç köprüsü altında yer alan, Timler amirliği önüne geldiğimizde polisimizi dimdik ayakta görünce, moralimiz daha da güçleniyor, attığımız tekbirleri, çok daha güçlü söylüyorduk. Halk polise, poliste halka sarılıyordu.
Gözyaşlarını tutamayan insanlar…
Yüzünde vatan aşkı olan insanlar…
O gece tek bir şey düşünüyordu, söylüyordu; TÜRKİYE…
Saatler 24’ü gösterdiği esnada, halk darbecilerin bir tankına haliç köprüsü üstünde el koyuyordu. Tankın içinde 2 tane rütbeli asker vardı. Bu esnada sivil polisler zırhlı araçlarla birlikte ordaydı. Halka “Bize yardımcı olun” diyorlardı… Herkes öfkeliydi… O an aklımızla çok sağlıklı düşünemiyorduk… Yanımdaki arkadaşlarım ve dostlarım Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklama yaptığını, İstanbul’a geleceğini bildirdiğini, söylediler…
Havaalanına geçmeliyiz diye kara verdik. Yürümeye başladık. Bir taraftan da “Böyle gidemeyiz” dedim. Araç lazım. Arabamızda yoktu. Alelacele çıktığımızdan cüzdan, para ne lazımsa, araba da çantada kalmıştı. Hemen metrobüs’e yöneldik. Metrobüsler de çalışmıyordu, çünkü saldırıyı engellemek için belli aralıklarla bloklar kurmuşlardı.
O esnada haliçte bir Metrobüs’ün başında bir şoför abi gördük. Hızla yanına giderek, bizi havaalanına en yakın istasyonuna kadar götürmesini rica ettik. Bu anın, tarihi bir an olduğunu, tarihin onu da yazacağını söylediğimi hatırlıyorum. Yoğun ısrarlarımız sonucunda Cevizlibağa kadar götürebileceğini söyledi. Çünkü arabasını orada, girişime engel olarak bırakması söylenmişti.
Otobüse bindik, yiğit şöför abimiz, ışıkları kapalı olacak şekilde ve yol üzerinde yürüyen insanları ala ala bizi durağa kadar götürdü.
Bunun üzerine 153’ü aradım. İbb beyaz masaya; “Metrobüs seferlerini tekrar başlatın, insanlar havaalanına gitmek için yola çıktılar” dedim. Sağ olsun yetkili kişi “Hemen gerekeni yapacağız” dedi.
Yolda yürümeye devam ederken, İbb’den aradılar ve dediler ki; “Şimdi 9 adet metrobüs haliç köprüsü üstünden hareke geçti halkımızı en yakın metro istasyonuna kadar götürecek” dediler. Çok sevindik. Teşekkür ettik…
Yetkili bana Allah’ın izniyle başaramayacaklar dedi…
Bende “İnşaallah” dedim…
Tabi bu esnada sosyal medyadan, resim ve video paylaşan herkes, halkın sokağa çıkması için elinden geleni yapıyordu. Gönül verdiğimiz Stk başkanları, fikir adamları, politikacılar halkı sokağa çağırıyordu.
Örneğin; Benimde yönetiminde olduğum Gimder (Gaziosmanpaşa İmam Hatip Okulları Derneği) üyelerine attığı mesajda darbeye karşı olduğunu, seçilmiş hükümetin yanında olduğunu, herkesin sokağa çıkması gerektiği mesajları yayınlıyordu…
Gece ilerliyordu…
Metronun Merter istasyonuna gelerek, Havaalanı istikametine doğru metroya bindiğimizde bir şaşkınlık daha yaşadım. Gece saat 2 buçuk yakınları ama metro tıklım tıklım.
Canım Türkiyem…
Ve havaalanına vardık. Sesler yerin kaç kat altından dahi duyuluyordu. Tekbir sesleri havaalanını ayağa kaldırıyordu ; “Allahu Ekber…”
O sırada üzerimizde hain örgütün, beyni yıkanmış pilotları devletin malıyla, milletin üzerine dalış yapıp, suni ses patlamaları ile korkutmaya çalışıyordu. Böylece sanki halk dağılacak, kaçacak, korkacak sanılıyordu. Fakat her geçişte, “Tekbir sesleri”, “Allahu ekber sesleri”, “Allahtan büyük değilsiniz” sesleri daha da canlı, kulakları parçalarcasına çıkıyordu…
O sırada havaalanında, Dua edenler, Devletin Reis-i Cumhurunu bekleyenler, vatan aşkıyla yananların arttığını görüyorduk.
Bu millete kim ne yapabilir ki…
Bu esnada sadece İstanbul’da değil, başta Ankara olmak üzere hain saldırıların devam ettiği haberini de alıyorduk. Ama yola çıkmıştık bir kere, “Ölmek var, Dönmek yok”tu…
İlerleyen saatlerle saldırı haberleri yanında, şehadet haberleri de geliyordu. Fakat devletimiz kontrolü sabah namazı sonrası gün doğar doğmaz ele alıyordu. Hainler birkaç yerde son çırpınışlarını yapıyorlardı. Ama kaçınılmaz son onları bekliyordu…
Ve aradan bir hafta geçti…
Başladığı yerde buluştuk. Bir olduk. Millet olduk. Tek bayrak altında “Şehidler Köprüsü”nde tekbirler eşliğinde şehadete şahitlik ettik.
Kim mi kazandı?
La galibe illallah ( Allah’tan Başka Galib yoktur…)
Yazan, Zafer Şahinoğlu