Bir gövde için başın ne kadar önemli olduğunu biliriz elbet. Çünkü gözlerimiz, kulaklarımız, ağzımız hepsi başımızı oluşturan bölge içerisinde. Başımızdaki en önemli parça olan beynimizin görevlerini ise saymakla bitiremeyiz.Diğer uzuvlarımızı harekete geçiren bir çok eylemi gerçekleştirir,ellerimizle,ayağımızla kısacası vücudumuzun her uzvuyla olup biteni sağlayan niteliktedir.Beynimiz, bizim için ne kadar önem arz ediyorsa namazın da bir Müslüman için çok büyük bir önem ifade etmesi gerekir. Çünkü kıldığımız namazlarımız, namaza gösterdiğimiz hassasiyetimiz ile bizleri iyiye ve kötüye sevk edecek olan, beynimizdir. Ve namaz beynimizin gerçekleştireceği en önemli eylemdir…
Hz. Muhammed’in (s.a.s) ‘’Gözümün nuru.’’ Dediği ve sabahlara kadar Mevla’ya eda ettiği bu eylemi,biz candan ve hoşlanarak kılmalıyız, ’’Üfff! Bitse de işime baksam’’ diyerek değil, aşkından, bereketinden, huzurundan pay alıp,an gelip sabahlara kadar kılmalıyız, secde sırasında ’’Sübü sübü sübü’’ diyerek değil,kelimesi kelimesine Allah’ımızın eksiksizliğini, yüceliğini hissederek kılmalıyız ve her ayette ‘’Ben bu ayete, acaba yakın mıyım uzak mıyım?’’ diyip, düşünerek ve hissederek…
Kardeşlerim,haşyetle kılmalıyız. Er meydanında şeytanla savaştığımızı hissedip, her ayette şeytana kılıç darbelerini indirdiğimizi düşünerek kılmalıyız. ‘’Hz. Ömer’’ gibi, ‘’Hz. Ali’’ gibi,’’ Hz. Ebu Bekir’’ gibi, ‘’Hz. Osman’’ gibi kılmalıyız. Biz asıl huzuru, asıl bereketi almak istiyorsak en çok da Hz. Muhammed (s.a.s) gibi kılmalıyız. İçimizden gelerek, severek…
Bazen ‘’ok saplanmış bacağıyla namaz kılarken hiçbir acıyı hissetmeyen’’ Hz. Ali gibi, bazen ’’hançer yemiş vücuduna rağmen namazın terk edilmemesine dikkat eden’’ Hz Ömer gibi , bazen ’’secdeyi uzun ve hareketsiz yaptığı için kuşların gelip omzuna konduğu’’ İbn-i Zübeyr gibi, bazen de ‘’Azametli, mutlak kudret sahibi, her istediğini derhal yapan bir sultanın huzuruna dikilme vakti gelmiştir.’’ Diyip bize Mevla’ya nasıl bağlı olmanın gerektiğini açıklayan Hz. Hasan gibi, En önemlisi de yoluna başımızı koyduğumuz, hocamız, liderimiz, önderimiz Hz. Muhammed (s.a.s) gibi samimi,içten ve bağlanırcasına…
Peki,bu eylem bize ne katar? Neden her gün yapmalıyım? Sorular birbiri ardına aklımızda… Aslında sormak gerek kendimize; Neden namaza dimdik başlarız? Neden elleri bir şeyi omuzlarımızın üzerinden arkaya doğru atar gibi bir hareket ile yükseltiriz? Neden rükûda eğilip, secdede ise en değerlimiz başımızı yere koyarız? Ve bütün bunları neden sessizce birisiyle konuşurmuş gibi yaparız? Bu ve buna benzer onca soru kafamızda belirirken akla gelen cevaplar şunlar olsa gerek;
Namaza dik durarak başlamalıyız. Dik durarak başlamalıyız ki Dünya’nın onca keşmekeşliğine, telaşesine ve pisliğine baş kaldırıp yenilmediğimizi göstermeli ve kafamızdaki tonlarca isyankarlığa el kaldırıp,ardımızda onca günahı ve kötülüğü bırakıp ’’Benim bir tek Allah’ım var ve o EN BÜYÜKtür!’’ diyerek haykırmalıyız. ‘’Hamd âlemlerin Rabb’inedir’’ diyip her şeyi ve herkesi ‘’Ol!’’ demesiyle olduran Mevla’ya bunca nimetin önce teşekkürünü arz ederek eyleme geçmeliyiz. Daha sonra acziyetimizin bir göstergesi olarak eğilmeli ve hafifçe ‘’Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim.’’ Diyip bizim her durumda Rabb’imize muhtaç olduğumuzu hatırlayıp fakat O’nun hiçbir şeye ihtiyacının olmadığına değinmeliyiz.Derken her şeyden haberdar olan Mevla, az önce dillendirdiğimiz tesbihimizi işitirken biz de doğrulmalı ve dilimiz yorulana kadar hamd etmeliyiz.Onca nimete ve güzelliğe sahip olduğumuz halde şükür etmediğimiz/edemediğimiz zamanlara binaen tekrardan, bu sefer Peygamberimizin ulaştığı o huzura ulaşıp Mevla’ya en yakın olduğumuz anda yapabileceğimiz en doğru ve en güzel hamleyi yapıp yine ‘Hamd ‘ etmeliyiz.
‘’Rabb’im şükürler olsun sana! Beni Müslüman bir anneden ve babadan Dünya’ya getirttiğin için. ‘’
‘’Rabb’im şükürler olsun sana! Bana sayamayacağım nimetler verdiğin için. ‘’
‘’Rabb’im şükürler olsun sana! Bana bu nimetlere bakıp kudretli ve azimli olan seni hatırlattığın için.’’ diyip namazımızı eda etmeliyiz.
Her durumda namazını kılmalıdır bir Müslüman. Sadece darda ve sıkıntıda olması gerekmez. Mutlu olduğunda, eğlenceli olduğunda, neşeli olduğunda da Rabb’ini hatırlamalı. Şöyle nefsini köşeye çekip ‘’Hadi bakalım bunca mükemmel şeye sahip olmamızı sağlayan Rabb’imize şükredelim.’’demeli ve eyleme koyulmalıdır. Çünkü Müslüman olmak,İslam’ın adamı olmak,Habibullah’ın kardeşi olmak bunu gerektirir.Dağda bayırda koyun otlatırken,hastalara bakarken,bir projenin çizimini yaparken,bir dava hakkında araştırma yaparken,öğrencilerine ders anlatırken,üniversite sınavını kazanmak için çalışırken (Ben de dahil) zaman ayırıp bir köşede namazını kılabilir ‘’Müslüman’ım’’ diyebilen. Eğer imkân varsa savaşta bile yapılması gereken bir eylemdir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) ve güzide sahabeleri Bedir Savaşı’nın en çetin anında bile cemaatle namaz kılmışlardı. Tam bir ölüm kalım mücadelesinin verildiği anlarda bile Allah Resulü ve ashabı canlarını kurtarmaktan ziyade, Allah’ın huzurunda yan yana, omuz omuza namaz kılmayı seçmişlerdi. Çünkü namaz onlar için canlarından bile ötede gelirdi. Çünkü canları dünyaya,namazları ise ebedi saadet ve huzura aitti.Hal böyle olunca günümüzün Müslümanları olan bizler de bugün bize Allah’ımızı unutturacak unsurlarla uğraşmaktan kaçınmalı, onlarla savaşmalıyız.Bizler de sahabe efendilerimiz gibi namazı canlarımıza tercih etmeli ve ebedi saadete ulaşmalıyız.Çünkü yeni asrın ALİ’si,ÖMER’i,OSMAN’ı,EBU BEKİR’i olmanın yolu namazdan geçmektedir …
Sonuç olarak…
Her gün,toplasak bir saati geçmeyen bu eylemi yapmamız gerek!
Sahip olduğumuz yalancı huzura bağlı olma hastalığının şifası ancak reçetesini Rabb’imizin verdiği ilacı namaz olan ibadetimizde saklıdır.Çünkü ‘’Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur.’’(Ra’d/28)
O’na emanetiz… Saygı ve hürmetlerimle… Duada kalın…
Yazan, Alican Kızıldaş