İnsanoğlu her daim bir çaba içerisinde.  Yaşam mücadelesi deriz buna. Hayatta kalma çabası. Fizyolojik ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra güvenlik ihtiyacımız, ait olma hissiyatımız doğar. Daha sonrasında ise estetik ihtiyacımız vuk’u bulur yaşantımızda. İşte biz bu ihtiyacımızı “EDEBİYAT” ile karşılayabiliriz.

Edebiyat deyince aklımıza ne gelmeli diye düşündüğümüz zaman, bunu kelimenin yapısına bakarak çözebiliriz.

Edebiyat kelimesi Arapça “adabiyyāt” أدبيّات kelimesinden gelir. Kelime Adb kökünden gelen ve 1. görgü, terbiye, konuk ağırlama adabı, 2. yaşam tarzına ilişkin hikâye ve gözlemlerden oluşan anlamlarına gelen adab أدب kelimesinin çoğul halidir.

Etimolojik anlamına da göz attıktan sonra bu kelimeyi “edebî” olarak inceleyelim. Sözlük anlamına bakmaksızın içimizden geçenlerdir edebiyat. Hissiyatın kalemin ucuna geldiği, kalemin kağıda koşup kelâma dökülmesidir. Sadece yazmak mı gerekir peki?

Hayır!

Söylemek yeterli midir?

Evet!

Eskiden yazı mı vardı?

Edebiyatın  dönemlerine  baktığımızda Sözlü Edebiyat geleneği ile karşılaşırız.

Bu dönemde; Âşık vurdu mu kopuzunun tellerine, olmayan kalem utanırdı. Yokluğun mürekkebi kendi içine damlardı. Hele bir de nazlı yâr var ise… Değme âşığın gönlüne.. Değme felek..

Bu dönemin diline bakacak olursak da tamamen yalın diyebiliriz. Sen anlarsin,  ben anlarim, o anlar. Ama âşığın gönlünü anlamak istersen kendinden bir iz bulmak istersen gönlüne bak.

Gönül yarana… Gönül dağına…

Burada tüm edebiyat dönemlerini tabii ki de anlatacak değiliz. Fakat biz;  elin kalemle, kalemin kağıtla buluştuğu dönemdeyiz.

İşimiz başka ne ola ki? Yaz ozaman diyor sana his. Yaz. Yazmazsan dökebilr misin içini? En mahrem sırlarını, en bilinmez duygularını yaz ozaman..

Sen yazmazsan, ben yazmazsam nasıl doğar gün geceden.. Ne durursun ki Ey kalem? Ne durursun Ey kelâm. Güneş doğmuş, yaz. Ay doğmuş, yaz. Bir yıldız mı kaydı? Yaz ozaman.

Senin kopuzun kalemin olsun.. Senin dilin kağıdın olsun.. Buluştur hadi, buluştur ki “Edebiyat”, “Ebedî” olsun.

Yazan, Dost isteyen bir Aişe…