Sevinçlerimiz, çoğu zaman hüzünlerimiz, merakımız, tutkularımız ve öfkemiz… Bizi hep bir şeyin peşinden koşturup duruyor. Koşuyoruz, yoruluyoruz, hatta bazen dizlerimizde derman kalmıyor. Bu kadar nefes kesen bir yolculukta epey bir yol almışızdır diyoruz. Başlangıç noktasıyla, bulunduğu nokta arasındaki farkı görmek insana güç verir, cesaret verir. Bu yüzden dönüp arkaya bakmak ister. Ama bir de döner bakar ki bir adım yol kat edememiş. Varmak istediği şeye hayli uzak. Bundan sonra ne yapar böyle bir insan? Koşmaya devam mı eder, yoksa olduğu yerde kalmayı mı seçer?
Yoksa olduğu yerde kalıp, varamadığı o hedefini düşünüp durup yavaş yavaş eriyip yok olmayı mı?
İnsan her ne olursa olsun “gitmek”ten ibaret değil mi zaten?
Sonsuzluğa doğru gidiyoruz. Varamadığımızı sandığımız şeye gidiyoruz. Bazen de o şeyden mahrum bırakılarak, ondan uzaklaşarak yine gitmiş oluyoruz. ‘O’ndan gidiyoruz. Kaderimize gidiyoruz. peşinden koştuğumuz hiçbir şey olmasa bile, oturuyoruz sandığımızda dahi gitmekten ibaretiz. Saat işliyor, bu çarkta durmak ne mümkün?..
Sonra dönüp de peşinden koştuğumuz o şeye bakıyoruz. Bunca zaman ne uğruna çabaladığımıza… Bir hayalimiz olmalı ki bizi dizlerimizde derman kalmamacasına koşturan, hep onu düşleyelim, rüyalarımızda onu görelim…
Peki nedir ki bu hayalimiz, bizi yaşamaya zorluyor?
Hayır, hayalimiz bizi zorlamıyor; yaşadığımız hayat hayalimizi zorluyor…
En sevdiğim, hep durup hayranlıkla izlediğim hayvanlar kuşlar oldu şimdiye kadar. Özellikle serçeleri durup vakit ayırıp seyretmeliyiz bence. Caddede, sokakta yüzlerce, binlerce ayağın birbirine karıştığı, adımların seçilemediği, arabaların hızla geçtiği o karmaşa ortamında, minicik bir serçe kuşunun orada ne yaptığını sormak için, böyle bir gerçeğin hayalimize silah çektiğini idrak etmemiz gerekiyor o an. Korna seslerinden, bağırışlardan, üstüne basacakmış gibi olan adımlardan, hiçbir şeyden pervası yok sanki bu serçelerin. Usul usul yürüyor kaldırımda. Ürkmüyor. Oysa serçe denilen kuş, ürkeklik ile özdeşleşmiş. Demek ki olağandışı gibi duran bu durum aslında olağandır. Demek bir anda zayıf noktamızı bir kenara bırakıp hayalini kurduğumuz, sevdiğimiz şeye gözümüzü kırpmadan koşabiliriz. Ancak gerçekten seven bunu yapabilir. Hangi engeli tanır kendini adamış olan? Hangi söz onun yoluna taş olur, ye’se kapılır? O, tüm imkansızlıklarla birlikte yaşamaya devam eder hiçbirine değmeden.. İnsanlar hoyratlıklarını ve serçeler serçeliklerini sürdürerek bir arada bulunmayı göze alabiliyorsa, bu duruma dikkatimizi yöneltmeliyiz. O halde biz de bakışlarımızı sadece gitmekten ibarete çevirelim ve hiç durmadan, ardımıza bakmadan devam edelim…
Yazan, Sena Ordu