Olanları anlamak için, olmuşlardan ibret almamız gerekli…

Geçmiş, olmuş, bitmiş değildir. İbrettir…

Ne olmuş ise, ne oluyorsa, ibretsizlikten oluyor. Olmaya da devam edecek…

Belki de…

“Tarih tekerrürden ibarettir, ibret alınsaydı hiç, tekerrür edermiydi…” Mehmed Akif dede, ses olmuş, söz olmuş bize. Belki pelesenk oldu dilimize, başka birşey bilmiyor da olabiliriz, sürekli aynı şeyleri tekrarlıyor da olabiliriz… Ama, ama işte…

Kelimelerimizle, Kavramlarımızla oynadılar, oynuyorlar dostlar.

Yarım Asır önceden ibret vesikası bir haykırış;

“Kelimeler, kelimeler, kelimeler… Cemiyetimizde hiç zamanımızdaki kadar hastalıklı olmuş mudur, kelime? Bilmiyorum. Bildiğim; “ÖLÜM” gazete sütunlarında ilan olmuş, “KIYAMET” oturma odalarında karı-koca çalışmasıdır, “PEYGAMBER” bir masal kahramanı diye anlatılır, “KİTAP” raflarda süstür, “AŞK” mini eteklerin üzerinde bir leke olmuş, “KANUN” moda dergisi sanılmakta, “MİLLET” oy sandığında kağıt tomarı, “VATAN” haritada bir nokta, “AİLE” bir gecelik serüven olmuştur…”

Pessss… Pessss… Pesssss…

Adil Erdem Bayazıt üstad tam yarım Asır önce yapmıştı bu tesbiti.

Sorarım bize dostlar; ne değişti?

Yaşadığımız bu asırda ne değişti?

Neler oluyor bize, nereye gidiyoruz?

“Fe eyne tezhebûn”…

Bilinmez haritalarda, tarif edilen bu yollar nereye uzuyor…

Bu haritaları kim çizdi…

Kim elimize tutuşturdu, bu ahmaklık, taklitçilik haritalarını…

Daha dün yakınlığında olan, eskiden, bir kapıya istemeye, gittiğimizde, karşımızdaki kapının bekçisi “Bu yine istemeye gelmiştir” muamelesiyle karşılardı bizi. Yani sahte suret ile. Şimdi yine kapılara gider olduk, bu sefer vermek için de gitmeye başladık. Değişen ise, vermek için gittiğimizde, aslında, daha fazlasını almaktı gidiş sebebimiz. Karşılanış ise, değişmedi. Yine aynı, yine aynı…

Kapıları karıştırır olduk. Oysa ki kapısız köyden çıkmamıştık, hiçbirimiz…

Ey dostlar;

Kuran ve Sünnet merkezli olmayan kapıların, yolculukların sonu nasıl olabilirdi ki. Ne bekliyoruz…

Evet, aslında ne bekliyoruz. Bir sitem değil, bir “Diriliş Çağrısı”, Karakoç üstadın dilinden, “Diriliş Muştu”sunun adı bu, ne bekliyoruz.

Benim olana, benden olana, MAZLUMa, sahip çıkma vakti bu vakittir.

Mübarek anların geldiği bu vakitlerde, sevmek, derdimizi sevmek zamanıdır.

Rab ile DOST OLmak zamanıdır…

Ellerle, kollarla, yürekle yetmez, tüm bedenle sarılma ve taşın altına girme vaktidir…

Biz kirlenebiliriz belki, sakatlanabilir, ölebiliriz belki de. Ama bizden sonrakiler, sevdiklerimiz için değmez mi?

Etrafımızda sürekli duyabiliriz ve duyacağız da, biz Allah rızası için yapıyoruz yaptıklarımızı.

Eyvallah, inanıyoruz…

ÖYLEYSE; Derdi olanlar adına söylüyorum, Gamsız gasavetsizlere, dertsiz Umarsızlara, çakma dertlilere, derdi varmış gibi yapanlara, yüzümüze gülüp, arkadan sırıtanlara haykırıyorum; BİZİMLE OYNAMAYIN…

Yazan, Ahmet Gazi Ayhan Aydın