Hasretiz bir dem sohbete, kahveye, çekirdeğe, dosta… Issız kaldı sokaklar, mahalleler, köşe başları… Damından top almaktan bıkmadığımız, oyun oynarken sıranın bize gelmesini heyecandan bekleyemediğimiz yıllar belki de bizi biz yapan günlerdi kim bilir. Tadından yenmez dediğimiz anlardır o günler, bizim için değeri biçilmez bir kaftandır adeta hiçbir şeye değişemediğimiz.

Şimdi bir beton yığınının içinde dört duvar, kapı kapalı, kutu içinde kutuya hapsolmuş tıpkı bir matruşka misali olmuş hayatlar… Önce evlere daha sonra odalarımıza en nihayetinde teknolojiye  (teknoloji dünyasına) tıkıldık kaldık. Birbiri ardına katlanmış, üst üste geçirilmiş matruşkadan farkımız yok; manen aynıyız ama şeklen küçülüyoruz. Küçük dünyamızın içinde büsbüyük maceraların peşinde koşuyor, akla hayale gelmeyecek hayallerimizi gerçeklerden daha ön planda tutuyoruz. Gerçekleri unutur olduk artık, ayıramaz olduk…

Gökyüzünü arar olduk bunca zamandır; ne renktir, nasıldır, ne haldedir diye sormaz olduk. Biz aslında ne yağmurdan kaçarken doluya tutulduk ne de güneşin altında kavrulduk, aslına bakarsanız biz hiç olduk… Gökyüzüne göre değişen oyunlarımız vardı bizim; sayısı artan-azalan, içeriği değişen “bizi biz yapan kıymetlilerimiz” vardı. Şimdiyse çekim gücüne dayalı, boyutuna göre ve de kapladığı alana göre oyunlar var artık… Tek tuşla en büyük hayallerimizi anlık yerine getiren oyunlar bunlar… Gerçeğin yerini tutmayan, tutamayan… Kıymetlilerimizi elimizden alan…

Özlüyoruz artık bir dem sohbeti; laf lafı açar, çaylar demlenir, atıştırmalık birkaç şey hazırlanır, pencerelerden ışık hızıyla yayılan ev yapımı yemeklerin, çayların kokusu tüm mahalleyi kaplar ve artık tüm her şey hazırdır; sohbet etmeye, ziyaretlere, komşuluk ilişkilerine ve daha nicesine… Özlem duyuyoruz peki ne zaman açacağız o pencerelerimizi?!.

Hasretiz artık samimiyete, içtenliğe; birbirini tanıyan aynı mahallenin insanları, gösteriş arzusu gütmeden konuşulan samimi halk ağzı, başımızın tacı yaşlılarımıza gösterilen saygı ve hürmet, birbirinden haberdar komşuluk ilişkileri ve el birliğiyle yapılan işler… Ya şimdi? Hep bir aradayız, derli-topluyuz, yakınız ama bir o kadar da uzağız her şeyimizden… En çok da samimi duygularımıza hasretiz…

Şaşkınız artık nasıl bu duruma geldiğimize, evlerimize çekildiğimize, sokağın anlamını yitirmesine şaşkınız… Bizi biz yapan şeylerin elimizden kayıp gitmesine şaşkınız… Şaşkınlığımızın sadece yüz ifademizde kalması ve bu şaşkınlığı bir an önce atlatmak için uğraşmalıyız nitekim işte o zaman şaşırtırız…

İnançlıyız; şüphesiz her şeyin yoluna derhal gireceğine, ümit varız, farkındayız da aynı şekilde… Sadece biraz zamanla eski günlerimizi aratmaz olacağız… Güneşin ufuktan battığını görüp karanlığın üzerimize çöktüğünü gördüğümüz gibi aydınlığın doğuşunu da elbette keyifle izleyeceğiz.

Hz. Mevlana der ki: “Ümitsizliğin ardından nice ümitler var. Karanlığın ardından nice güneşler var.” O güneşin doğuşunu bekleyeceğiz hep birlikte, beraber başaracağız…

Hasret elbet düştüğü yeri yakıp yıkar ancak biliriz ki sabrın sonu da selamettir. Göğe olan hasretimizde elbette bitecektir, bugün olan müzmin durum en nihayetinde bitecektir. O gün gelene kadar, özgürlüğe elveda demiyorum bilakis görüşmek üzere…

Yazan, Abdullah Erol (KMÜ İslami İlimler 4.Sınıf)