Oysa Neler olmayacaktı ki o gün. Yapmam gereken her şeyi bir köşeye bırakıp ilgi alanım dışında ki her şey ile uğraşacaktım. Ağır aksak işleyen lisanımla nutuklar atacak belki hız kesmeden dünyaları kurtaracaktım. Hafif sisler ardındaki olaylara puslu bir havada göz gezdirip hemen ardından hunharca kahramanlığa soyunacaktım. Tarihte eşine az rastlanmış şekilde devlet sistemlerine çomak sokup büyük işler başaracaktım. Sakince yudumladığım bardağımı yavaşça yere bırakıp çektiğim derin nefesin ardından “yok abi yok hiç bir şey aslında bildiğimiz gibi değil” diyerek sabahtan beri oluşan tüm emeklerimi kestirip atacaktım. Yaptığım el hareketiyle geç gelen çayın hesabını soracak, hatta öfkelenip kısılan gözlerimin ardından sinsi bir bakış dahi atacaktım. Dedim ya neler yapmayacaktım ki o gün?
Aşırı sessizlikten ağrıyan başımı dindirmek için büyük arayışlara girişecek, oturduğum yerden zaman kaybetmeden fırlayıp birkaç kişi bulma ümidiyle yola koyulacaktım. Yepyeni simalara aslında ne kadar dertli olduğumu anlatma çabası içerisinde dört bir yana dönüp yepyeni iddialara göz kırpacak ve üstelik bir tanesini daha yaşamayacaktım. Hafiften kararan gökyüzüne baktıkça fark ettiğim; anlaşılan yine evdeki pirinçten olacaktım. Daha neler neler yapacaktım oysaki…
Bir tek şeye ihtiyacım vardı aslında, kararmak bilmeyen bir gökyüzü, yudumladıkça tükenmeyen çay bardağı bir de mümkünse bel ağrıtmayan küçük bir tabure…
Gece ilerledikçe dalgalara karışmış hayallerimin peşinden kapanan göz kapaklarım yeni bir sabaha naz ediyordu adeta…
Evet…
Her şey böyle başladı işte…
Gayet sıradan başlayan sabahım da büyük bir çılgınlık ile kahvaltı masasında bulmuştum kendimi. Nereye varacağını hesap edemediğim yolculuğum da hiç olmadığı kadar anlam dolu atıyordum adımlarımı. Hafif hafif ilerleyen insanlar arasında son süratle olup bitiyordu her şey… Sevinç çığlıkları, sevda türküleri, anlamsız dünyalarda yeşeren ümitler, hüzünler, engel olunamayan gözyaşları her şey hiç olmadığı kadar yakın duruyor birbirine!
Düşünüyorum…
Yalnızca düşünüyordum. Çığlık çığlığa olan duygularımla abartısızca düşünüyorum. Her şey böyle olmalıydı belki de. Saatler süren mücadelemi yeniden yeniden gözden geçirmeliydim belli ki… Meşguliyet adını koyduğum, olabildiğince atalet dolu eşsiz mücadelemi, amansızca kendimi inandırdığım o müthiş kandırmacalarımı… Bir okul köşesinde eğitim adını koyduğum köhneleşen zihniyetimi sorgulamalıydım. Turistik bir gezi sonucunda edindiğim ne kadar gereksiz kazanım varsa hepsini ele almalıydım. “Bunlar yılların tecrübeleri” diye söze giren ağabeyin komutlarıyla yürüdüğüm davamı, adını dava koyduğum oyalanmacalarımı sorgulamalıydım.
Evet. Gerçekten Bir işsizlik sevdası düştü yüreğime!
Sarf ettiğim her çabanın, iddiasını yürüttüğüm her davanın, cümlesini kurduğum her kitabın, izlerini takip ettiğim her adımın, özlemini çektiğim her sevdanın ötesini berisini düşünecek kadar işsizlik istiyorum hayatımda…
Gün boyu süren bunca meşguliyetin (!) ardından böylesine enerjisi, heyecanı, iddiası hiç tükenmeyecek cinsten bir işsizlik hem de…
Yazan, Hatip Şen