Sana
yağmurun kokusunu,
gökyüzünün rengini,
denizin parıltısını
ve güneşin soğukluğunu
tarif edebilseydim;

Anlatabilirdim
boğaza atılan düğümleri,
sızlayan burun direklerini
ve buğulu gözlerin
görüş mesafesini.

Anlatabilirdim
gündüzlerin kısaldığı,
lambaların söndüğü,
gecelerin uzadığı
ve mesafelerin
yok olduğu zamanı.

Fark ederdin
ekmeğin buğusunu,
öğrencinin doyumsuzluğunu,
çayın samimiyetini
ve sigaranın
masumiyetini.

Mesafelerin,
mekânların,
kelimelerin
ve bedenlerin önemsiz olduğu,
rüyaların zaman ve mekânında
konuşabilseydik;
toprağın
hayatla kurduğu
etten ve kemikten
bağları anlatabilirdim sana.

İşte o zaman
belki anlayabilirdik
rüyanın hayalden,
dostun arkadaştan
ve taşın mermiden
farkını.

Yazan, Ahmet Bekiroğlu