Ne zaman yalnızlığı çokluğuna galip gelse bir kalemin mürekkebinde hayat bulurum diyordu yeniden…
Söyle öyleyse seni bu düşünceye bağlayan umuduna ne oldu?..
Bazen güvenli bir liman, bazen hain bir dost oluverirdi yazdıkların…
Böyle çıkmıştın bilinmezliğe…
Peki öyleyse söyle kaybolmak için can attığın pusulanı nerde buldun.
Kayboldun ve daha çok sen oldun.
Düşündün ve yeniden doğdun diyordu içindeki ses…
ve huzur bulmak istiyordu en sonunda o da ‘ormanının içinde’..
Bu ses..durmadan varlığını hissettiren bu ses olmamalıydı artık kafasının içinde.. suskunluğu yeğlemesi gerekirdi feryat etmektense..yapamadı..
Zaten susturacak gücü de yoktu ellerinde…onu daha da kamçılayan suskunluğu kalıyordu gidenlerden geriye
..olmuyordu.. olmazları oldurmaya çabalamak da hiç işine gelmiyordu.. susmayı biliyordu bir tek unutulmuşların aksine..
Görmedende ilerliyor, bir ağaç gövdesinde soluklanıyordu.. asırlık susamışlıkları dinliyordu kesik budaklarda..
dökmek istiyordu bile isteye içindeki bu kalabalığı.. bir türlü sığdıramıyordu işte kovuğuna.. daha çok taşıyordu azalmak isterken
En sonunda vazgeçiyordu o da..
Belki de hala kabullenememişti onu ormanı..yeterince kök salamamıştı belki de derinliklerine. ‘Bırakıyordu’
çiçek açmayan dallarına da kızamazdı ya artık ‘neyse’ dedi.. usanmıştı.
artık ne bilgeliği kalmıştı.. ne de kesik budağın dilinden anlardı…ikisinden de geriye sadece tek bir ağıt kaldı.
Sahi ya en çok yarayı hangisi aldı?..
Yazan, Sümeyye Ercan (Ankara İlahiyat)